Selman Salim Kesgin Yazdı; Türkiye Sınır Kapılarını Açarsa Ne Olur?
Selman Salim Kesgin│Aralık 03, 2016
Türkiye Sınır Kapılarını Açarsa Ne Olur?
Castles’in “Göçler Çağı” olarak adlandırdığı günümüz dünyasında insan hareketlilikleri ülkelerin iç ve dış politika gündemlerinde önemli yer tutmaktadır. Çokça konuşulan ama az anlaşılan bir olgu olarak göçler, kamu politikası geliştirici ve uygulayıcılarının gerçeklerden ziyade algılar üzerinden politikalar geliştirdiği bir politika alanıdır.
Bu nedenle Avrupa ve Amerika’daki seçimlerde göçmen karşıtlığı önemli bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır. Esasında ırkçı ve ayrımcı politikalar yeni bir olgu değildir; ancak bu politikaların ana akım partiler tarafından benimsenmesi meseleyi önemli kılmaktadır.
Göç politikalarının yönetilmesi en çetrefilli ve külfetli boyutu olan mülteci politikaları da dünyanın farklı bölgelerindeki siyasal krizler nedeniyle son çeyrek yüzyılda farklı bir içeriğe bürünmüştür. Dünyada hâlihazırda 22 milyon insan mülteci durumundadır. Türkiye de Suriye’deki iç savaşı takiben kendisine sığınan milyonlarca kişiye kapılarını açmış, yaklaşık 3 milyon kişiye ev sahipliği yaparak dünyanın en büyük mülteci ülkesi olma vasfını kazanmıştır. Bu durumun takdir edilmesi gereken bir durum olduğu asla göz ardı edilmemelidir. Buna ek olarak, Suriyeliler Türkiye’ye gelmeye devam ederken göç yönetimini düzenleyen, göç yönetimini sivil iradeye devreden Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu hayata geçirilmiştir. Bu durumun Türk kamu yönetimi için de önemli bir tutum olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye’den çıkışın serbest olduğu bilgisi çekici bir faktör olacak; Afganistan ve İran gibi ülkelerden düzensiz göçmenlerin akın etmesine yol açacaktır.
Ancak sınırları açmak sadece ilk adımdır ve akabinde aklıselim ve insafa dayanan, rasyonalitenin gerekliliklerini dikkate alan politikalar gerektirmektedir. Bu nedenle şu anda Suriyelilerin iş gücü piyasasına dâhil olması, çocuklarının eğitime katılımı, sosyo-kültürel uyum gibi konular üzerine politikalar geliştirmek ve ortak geleceği inşa etmek için çalışmanın vaktidir.
Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkiler açısından koz kullanacağı en önemli argüman olarak geçici koruma kapsamındaki Suriyelileri görmektedir. Ancak Suriyelilerin dış politikada araçsallaştırılması önemli sorunları içinde barındırmaktadır. Zira göçün bir koz, bir silah olarak kullanılması hem insani hem rasyonel açıdan politika gerekleriyle bağdaşmamaktadır.
Her şeyden önce “mültecileri Avrupa’ya göndermek” olarak tanımlanan durum insani bir yaklaşım değildir. Zira bu söylem mültecileri zombileştirmekte, bir meta gibi görmekte, bir yerlere yollanacak, paketlenecek, kargolanacak bir nesne haline getirmektedir. Söz konusu olan 3 milyon bireyin hayatıdır. 3 milyon bireyi “insandışılaştırarak” sınıra yığmak gibi söylemler vicdan süzgecinden geçmemektedir.
Peki, reel politik açısından bu konunun Türkiye’ye nasıl bir etkisi olacağı öngörülebilir?
Türkiye devlet yönetiminin bir parçası olarak sınırlarını yönetmekle mükelleftir. Yani bu ülkeye girişin belli şartları olduğu gibi ülkeden çıkışın da belli şartları vardır. Bu nedenle “sınırları açarız” söyleminin tam olarak ne anlama geldiği belli değildir.
Kamu politikası analizi yapmak adına, gelecek simülasyonu olarak Türkiye’den çıkışın serbest olduğunu yani isteyen Suriyelinin elini kolunu sallayarak Kapıkule, İpsala, Karaağaç sınır kapılarından çıktığını veya Ege kıyılarındaki kasabalardan tekneye binerek Yunanistan’a doğru kürek çektiğini düşünelim.
Bu durumda aşağıdaki senaryolar öngörülebilir:
Göç etme eylemi belli bir beşeri ve maddi sermaye gerektirdiği için orta sınıf ve üstü olan kitle Avrupa’ya gitmeye çalışacaktır. Bu ise zaten nitelikli Suriyelilerin birçoğunu değerlendirememiş olan Türkiye için ülkede kalan diğer nitelikli Suriyelilerin de kaybı anlamına gelecektir. Böyle bir durumda Türkiye’de sadece yardıma muhtaç Suriyeliler kalacaktır. Bu da Suriyelilerle birlikte yaşam, toplumsal uyum konusunda ciddi problemlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Keza BMMYK tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2015 Nisan-Eylül arasında Avrupa’ya geçen Suriyelilerin yüzde 86’sı lise veya üniversite mezunudur. “Hâlihazırda Almanya’da üniversite mezunu Suriyelilerin oranı yüzde 70, okur-yazar olmayanların oranı da yüzde 5 civarında, Türkiye’de ise okur-yazar olmayan Suriyelilerin oranının yüzde 50 civarında olduğu dikkate alındığında kaybedilen beşeri sermaye açıkça görülmektedir.” Yani “sınırları açma” politikası uygulandığında Türkiye’de sadece yardıma muhtaç Suriyeliler kalacaktır. Bu da Suriyelilerle birlikte yaşam, toplumsal uyum konusunda ciddi problemlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Ege Denizi’nden geçişlerin tekrar yoğunlaşmasından en fazla memnun olan kitle göçmen kaçakçıları olacaktır. Diğer suç şebekeleriyle de işbirliği halinde olan göçmen kaçakçıları için önemli bir pazarın tekrar ortaya çıkmasının ciddi kriminal sonuçları olacaktır. Zira bu şebekeler sahte belge üretimi, uyuşturucu ticareti gibi farklı sektörlerle beraber hayat bulmaktadır.
Ege Denizi’nden geçişlerin yoğunlaşması Ege sahiline vurmuş cansız bedenlerin çoğalması demektir.
Türkiye’den çıkışın serbest olduğu bilgisi hâlihazırda Doğu-Batı göç yolunda transit bir ülke olan Türkiye için ciddi bir çekici faktör olacak ve Afganistan, Pakistan, İran gibi ülkelerden çok sayıda düzensiz göçmenin Türkiye’ye akın etmesine yol açacaktır. Bu ise düzensiz göçün yönetimi açısından ciddi riskler barındırmaktadır. Keza 2015 yılında Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçenlerin yarısı Suriyeli değildir.
Mülteciler ya deniz yoluyla Ege adalarına gidecek ya da kara yoluyla Yunanistan, Bulgaristan rotası üzerinden Avrupa’ya ulaşmak için kara sınırını takip edecektir. Kara sınırındaki Bulgaristan, Yunanistan, Macaristan gibi ülkelerin sınırlarını teller ve duvarlarla ördüğü bilindiğine göre ve bu ülkelerdeki yönetimlerin tutumu nedeniyle Kuzey Avrupa’ya geçiş mümkün olmayacak, bu da Türkiye’nin de bulunduğu bölge ülkeleri için ciddi riskler barındıracaktır. Bu durumda Suriyelilerin Türkiye’ye geri dönme arzusunda olacağı öngörülebilir. Yani aylar sonra planlanın aksine sınırın öte tarafında yığılmış insanlar görebiliriz.
Türkiye sınır geçişlerini esnetse bile 3 milyon kişinin ne kadarının gitme arzusunda olduğu, (bu güne kadar) gidenlerin ve kalanların Türkiye’ye nasıl etkisi olabileceğine dair elimizde örnek teşkil edebilecek veriler yoktur. Ancak göç politikaları ve literatürü ışığında konu değerlendirildiğinde Türkiye’nin yukarıdaki 5 senaryoyla yüzleşmesi kuvvetle muhtemeldir. Görüldüğü gibi konu sadece belli bir insan topluluğunu bir yerden başka bir yere yollamaktan ibaret değildir. Zira insana dair eylemlerin net olarak planlanamazlığı nedeniyle tam olarak neler olacağını öngörmek çok da mümkün değildir. Ancak insan faktörünü ıskalayan böyle bir politikanın birçok beklenmeyen sonucu olacağı aşikârdır.
Şu anda yapılması gereken hak temelli politikalargeliştirerek Suriyeliler ile birlikte yaşamanın yollarını kolaylaştırmaktır.
Kamu politikaları her şeyin siyah ve beyaz olduğu ikili mantık sisteminden çok daha karmaşık bir zeminde hayata geçirilmektedir. Bu nedenle “sınırları açarız”-“Suriyelileri Avrupa’ya yollarız”-“böylece hem biz Suriyeliler sorununu çözmüş oluruz hem de Avrupa’ya hak ettiği cevabı veririz” şeklinde özetlenebilecek olan bir yaklaşım insani ve rasyonel değildir. Şu anda yapılması gereken hak temelli politikalar geliştirerek Suriyelilerle birlikte yaşamanın yollarını kolaylaştırmak ve iki taraflı bir süreç olan uyum politikalarını çeşitlendirerek hayata geçirmektir. Bu noktayı ıskalayan politikalar, Suriyeli bireyler ile Türkiye arasında sağlıklı iletişim zeminini ortadan kaldırmaktadır.
Selman Salim Kesgin