Özcan Hıdır Yazdı; Trump’ın Zaferinde Evanjeliklerin Rolü ve İslam Karşıtlığı

Özcan Hıdır│Kasım 23, 2016
Trump’ın zaferinde Evanjeliklerin rolü ve İslam karşıtlığı

ABD seçimlerinde din, bilhassa Evanjelik Hıristiyanlar sanıldığından çok daha fazla rol oynuyor.

Amerika’nın en önemli dinler tarihçilerinden Martin Marty’nin belirttiği üzere, günümüzde dini boyutu olmayan veya belirleyici unsuru din olmayan neredeyse hiç bir önemli olay yoktur. Yakından bakıldığında, ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın seçilmesinde de din önemli bir unsur olmuştur. Özellikle ABD seçimlerinde din, bilhassa Evanjelik Hıristiyanlar sanıldığından çok daha fazla rol oynuyor.

Aslında benzer motivasyonlar Avrupa için geçerli olsa da, dinden uzaklaşma oranları Avrupa’da hayli yüksek olduğundan (ki bu oran bazı ülkelerde yüzde 70’lere çıkıyor), seçimlerde din faktörünün ABD’ye oranla daha az öneme sahip olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, Hıristiyan birlik veya Hıristiyan demokrat partiler bir yana, Avrupa’daki en seküler-liberal partilerin önemli kararlarında bile Yahudi-Hıristiyan arka planın hep gözetildiğini söyleyebiliriz. Geçenlerde Hollanda Liberal Parti (VVD) Başkanı ve Başbakan Mark Rutte’nin bir kilisede yaptığı konuşma, bu anlamda ipuçları verir niteliktedir. Görev yaptığı hükümetlerde dini görüşünü hemen hiç ortaya koymayan Rutte, Lahey’de oturduğu semtteki Duinzichtkerk kilisesinde 6 Kasım tarihindeki konuşmasında, liberal-seküler bir politikacıdan çok da beklenmedik şekilde inançlı olduğunu, kendisini Protestan kültürün bir çocuğu olarak kabul ettiğini söyleyerek, adeta vaaz edercesine kiliseye, İncillere atıflarda bulunmuştur. Aslında bu yadırganmamalıdır. Zira Avrupa’nın zihin kodlarını oluşturan en önemli kimlik Hıristiyan/Yahudi-Hıristiyan gelenektir. Kim ne derse desin, Türkiye’nin AB’ye girişinin önündeki en önemli engel, Türkiye’nin Müslüman kimliğidir.

ABD’deki beyazların temsilcisi olarak öne çıkan Trump’ın seçilmesinde din faktörünün, özellikle de muhafazakar beyaz Protestanların/Evanjeliklerin öne çıktığını görüyoruz. Aslına bakılırsa genel olarak din, özelde ise Protestanlık ve Evanjelikler, Cumhuriyetçilerin seçilmesinde her zaman etkili olmuştur. Kaldı ki Cumhuriyetçi adaylar da çoğunlukla Evanjelikler, Mormonlar, Baptistler ve Metodistler gibi beyaz Amerikan Protestanlarına ait farklı gruplardan çıkar. Sıkı bir evanjelik olan George Bush, koyu birer Mormon olan Ted Cruze ve Mitt Romney’i burada zikredebiliriz. Evanjelikler ile Mormonların, Amerika’daki (hatta dünyadaki) Hıristiyan mezhepleri arasında en tutucu, radikal kesim olduğu izahtan varestedir.

Evanjeliklerin seçimler üzerindeki etkisi
Amerika Hıristiyanlarının çoğunlukla Protestanlardan oluştuğunu söylemek gerekir. Bu Protestanlar içinde 'Siyonist Hıristiyanlar' olarak da isimlendirilen Evanjelikler önemli bir role sahiptir. Indiana, Texas, Kuzey Carolina gibi eyaletlerde Evanjelikler çok daha baskındır. Öyle anlaşılıyor ki başta Evanjelikler olmak üzere, dindar Hıristiyanlar-Protestanlar, blok halinde Trump’ı desteklemişler ve onun seçilmesinde önemli rol oynamışlardır. Trump’ın Evanjelik beyaz Protestanların yüzde 81’inin oyunu almış olduğu, ilgili bazı haberlerde yer almıştır. Bu durumda şu soruları sormak anlamlı olacaktır: Bu aşırı Hıristiyanlar-Evanjelik Protestanlar Trump’tan nasıl bir politika bekliyorlar ki oylarını büyük oranda ona verdiler? Trump onların ideal adayı mıydı? Şayet değilse neden onu desteklediler?

Demokratların adayı Hillary Clinton’ın Protestanlar-Evanjelikler için çok daha kötü bir aday olduğu olgusu, burada rol oynamış görünüyor. Bu durumda Trump Evanjelikler için eskilerin tabiriyle 'ehven-i şer’dir (kötünün iyisi). Ancak bu olgu, tek başına yukarıdaki sorulara yeterli cevap olmasa gerek.

Pence faktörü belirleyici
Trump’ın yardımcısı Mike Pence’in dinî-mezhebî arka planı bu sorulara cevap bulmakta önemli ipuçları veriyor. Dolayısıyla Evanjeliklerin Trump tercihinde, Pence faktörünün daha çok öne çıktığını söylemek yanlış olmayacak. Pence çocukluğunu Katolik olarak geçirmiş, gençliğinde Demokrat Parti üyesi olmuş, üniversite yıllarında Kentucky’deki bir Hıristiyan müzik festivalinde Evanjelik-Protestan mezhebine girmiş, Evanjeliklere göre 'ihtida' etmiştir. Ardından Cumhuriyetçi Parti’ye geçmiş ve daha sonraki hayatını muhafazakar, koyu dindar bir Evanjelik olarak sürdürmüştür. Kendisini 'muhafazakar Hıristiyan ve Cumhuriyetçi' olarak tanımlayan Pence, günlük İncil okumayı asla ihmal etmediğini, günde üç kez şahsi ibadetini yerine getirdiğini de ifadeden geri durmamaktadır.

Indiana valisi olduğu dönemlerde de Pence, yine aşırı Hıristiyan-Evanjelik görüşlere sahip beyaz bir Amerikalı profili çizmiştir. Yine onun Tea Party (Çay Partisi) diye bilinen ve İslamofobik görüşleriyle de öne çıkan grubun toplantılarına katıldığı, hakkında yazılanlar arasında yer alır. Dolayısıyla Trump’tan ziyade, aslında Pence’in seçilmesi Amerika ve AB başta olmak üzere, bütün dünyadaki Protestanlarda/Evanjeliklerde bir umut olarak görülmüştür. Dolayısıyla Hıristiyanlar-Evanjelikler muhafazakar taleplerini, Trump’tan ziyade Pence üzerinden gerçekleştirmeye çalışacaklardır.

Öte yandan tek başına yarışa girse muhtemelen kazanamayacak olan Pence, Trump ile birlikte yarışı kazanmıştır. Mesela “Wall Builders” adıyla bilinen ve Amerikan hükümetinin Kitab-ı Mukaddes’in/Hıristiyanlığın/Evanjeliklerin değerlerine uyması için çalışan grubun başkanı David Borton’un şu değerlendirmeleri manidardır: “Trump bize Tanrı’nın bahşettiği bir adaydır ve ideal olmasa da, yalnızca başaramayacağımızı Tanrı bize onun sayesinde göstermiştir. Bakarsınız Trump’lı birkaç yıl sonra, şöyle geriye bir bakarız ve 'gerçekten de hiçbirimizin beklemediği bazı işleri bu adam yaptı' diyebiliriz.”

Öte yandan, Amerika’da Hıristiyanlar arasındaki radikal dini akımlara dair kitapları ile bilinen Jeff Sharlet’e göre, gerek Trump gerekse Pence düşmanlık derecesinde sekülerlik karşıtıdır ve ekonomi konuştuklarında bu özellikle Pence’nin çevresinde hakim olan “Hıristiyan kapitalizmi” anlayışıdır. Bu durum, Trump’ın da aslında sosyo-kültürel ve ekonomik hayata bakışta Pence ile yer yer benzer Hıristiyan-Evanjelik düşüncelere sahip olabileceğine, ancak bunları onun kadar öne çıkarmadığına işarettir. Zira Pence Hıristiyan-Evanjelik değerlerle birebir uyumlu görüşlerini açıkça ortaya koymaktan çekinmemiş, hatta bunları politikalara dönüştürmek için çaba sarf etmiştir.

İsrail'e kayıtsız şartsız destek
Pence Indiana valisi olduğu dönemde, kendi eyaletinde kürtajın cezalandırılması, annenin sağlık tehlikesi durumu hariç, çocuk sakat bile olsa, geç dönemde kürtaj yapan doktorlara 2 yıl hapis cezası verilmesi, homoseksüellerin bu yönelimlerini değiştirmek için terapi görmesini savunması, askerlik ruhunu-düzenini zayıflatacağı gerekçesiyle homoseksüellerin askere alınmamasını talep etmesi, işverenlerin homoseksüel işçileri reddetme hakkını din özgürlüğü çerçevesinde değerlendirip desteklemesi, evrim teorisine karşı çıkıp Kitab-ı Mukaddes ile uyumlu “yaratılış inancı”nın okullarda okutulmasını istemesi ve okullarda cinsel ilişkiye dair bilgi verilmesine yönelik çekincelerini dile getirmesi gibi hassas dini meselelerdeki yasa teklifleriyle ve “hıristiyan cihadı”ından söz etmesi, “haçlı ruhunu yansıtacak semboller kullanması” ve “İsrail’e kayıtsız destek verilmesi”ne dair görüşleriyle dikkat çekmişti.

Benzer görüş ve tedbirlerin Texas, Kuzey Carolina, Kentucky gibi “İncil kuşağı” diye nitelenen ve Amerika’yı “Tanrı’nın ülkesi” olarak gören beyaz Evanjelik muhafazakarların hakim olduğu diğer eyaletlerde de geçerli olduğu söylenmelidir. Hatta dünyanın diğer bölgelerindeki muhafazakar Evanjelik Hıristiyanlar da benzer görüşlere sahiptir. Mesela yine bu bölgelerde, homoseksüelliğe ve onların evliliğine büyük oranda karşı çıkılırken homoseksüellerle beraber yaşama konusunda belli bir anlayış oluşmuştur. Buna karşılık Avrupa ülkelerinde, özellikle homoseksüellik tartışmaları daha ziyade Müslümanlar bağlamında gündeme gelmekte ve Müslümanların entegrasyonuna yönelik önemli bir test alanı olarak tartışılmaktadır.

Bütün bunlar, Trump’tan ziyade Pence’in Evanjelik bir çevreden geliyor olmasının, Evanjelik-Protestan-Hıristiyanların Trump’ı tercihinde yeterli olduğunu gösteriyor. Zira yukarıda sözünü ettiğimiz kürtaj ve homoseksüellik konularında Trump, adaylığı kesinleştiği dönemlere kadar aslında Pence gibi düşünmemektedir. Hatta daha önceleri kürtajın yasallaşması taraftarıdır. Ancak adaylığı kesinleştikten sonra bu konularda nispeten tavır değiştirmiş ve muhafazakar Hıristiyanların oyunu garantilemek için kürtaj karşıtı bir görüntü vermiş, homoseksüelliğe karşı çıkmış ve böylece bu konularda Pence’in çizgisine yaklaşmıştır. Hatta kendisi bu konularda çok öne çıkmamayı yeğlemiş, Pence’in öne çıkmasına yol açmıştır. Bir anlamda aralarında rol paylaşımı olmuştur denebilir. Bu ikircikli tutumları sebebiyle olsa gerek, gerek Avrupa gerekse Amerika’daki Evanjelikler, Pence’ten emin iseler de, başkanlığı devraldıktan sonra Trump'ın Evanjeliklerin taleplerini gerçekleştirmede Pence’i dinleyeceğinden pek da emin değiller.

Öte yandan Trump’ın son dönemlerdeki atama tercihlerinde de beyaz Amerikalı Evanjelikler ile İslam karşıtlarının öne çıktığını söylemeliyiz. Mesela Beyaz Saray’a şef olarak atadığı “sağ kolu ve siyasi stratejisti” Steve Bannon’ın seçilmesi “Amerikan Nazi Partisi” ve ırkçı Ku Klux Klan grubu üyeleri tarafından coşkuyla kutlanmış ve “Bizim zaferimiz” diye nitelenmiştir. Zira Bannon, dünyanın ancak (beyaz) milliyetçilik, popülizm ve Yahudi-Hıristiyan ideallerin gerçekleşmesi ile kurtulacağına inanan, aynı zamanda İslamofobik bir kişidir. Zira Yahudi-Hıristiyan ideallerine en önemli tehdidin sekülerlik ve “cihatçı (radikal) Müslümanlardan” geldiğini ve tarihte haçlı savaşlarında olduğu gibi, onlara karşı amansız bir savaş yürütmeleri gerektiğini her fırsatta dile getiren bir isim.

Trump-Pence ve İslam karşıtı tutumları
Trump’ın açıklamaları bir bütün olarak okunduğunda, yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, Evanjelik-Hıristiyanların sosyal hayattaki bazı uygulamalara dair ikircikli sözleri söz konusudur. Yine onun bu ikircikli tutumu, İsrail ile ilgili konularda da söz konusudur denebilir. Nitekim İsrail dostu olduğunu söylemesi, Amerikan elçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma sözünü vermesi, başkan seçilmesinin İsrail’deki Ortodoks Yahudiler arasında sevinçle karşılanmasına yol açmış, buna mukabil destekçileri arasında önemli sayıda anti-semitik kimselerin yer alması, kendisinin de yer yer anti-semitik ve neo-nazi izlenimi veren tavırlar sergilemesi, Mussolini’nin sözlerinden iktibas yapan tweetleri retweetlemesi tereddütlere yol açmıştır. Dolayısıyla bu konularda onun yeterince net olmayan açıklamalara ve tutumlara sahip olduğu söylenebilir.

Ne var ki Trump'ın İslam dünyası ve Müslümanlarla ilgili söylemleri nispeten daha açıktır. Her ne kadar başkan seçilir seçilmez web sitesindeki Amerika’ya Müslümanların girişini yasaklayacağına dair bir yıl önceye dayanan sözlerini kaldırttıysa da, bu durum onun İslam karşıtı görüşlerinde radikal bir değişiklik olduğunu göstermese gerektir. Zira o, Müslümanlarla ilgili, aşırı Hıristiyan-Evanjeliklerin hoşuna gidecek sözler sarf etmiş, vaatlerde bulunmuştur. Dolayısıyla İslamla ve Müslümanlarla alakalı politikalarında, zaman zaman nüanslarda konjonktürel değişiklikler ortaya koysa/koyacaksa bile, temelde ırkçı temayüllere sahip milliyetçi beyaz Amerikalılar ile Evanjelik Hıristiyanların çizdiği İslamofobik çerçevede kalacağı öngörülebilir. Evanjelik Hıristiyanların özellikle desteklediği yardımcısı Pence’in bu çerçeveyi çok daha sıkı koruyacağı da ayrıca söylenmelidir.

Ayrıca Pew’in yaptığı bir araştırmaya göre, seçilmelerinde büyük pay sahibi Hıristiyan-Evanjelikler, Trump’ın Müslümanlarla ilgili daha net ve sert olması yönünde görüş bildirmiştir. Yine bu araştırmada görüş bildirenlerin ancak dörtte biri Müslümanların Amerika değerleri ile uyumlu olduğunu söylemiştir. Trump’ın Müslümanlarla ilgili nispeten daha net (doğrudan İslamofobik, Müslüman karşıtı) görüşler açıklamasında, beyaz milliyetçi Evanjelik-Hıristiyanlar arasında yapılan bu tür alan araştırmaları önemli bir etkendir. Bu çerçevede Trump, (“aşırı”) Müslümanlarla etkin şekilde mücadele edeceğini ifade etmiş, Müslüman göçmenlerin Amerikan değerlerine, kurumlarına bağlılıklarını gösterecek tutumlara sahip olmalarını talep etmiştir.

Öyle görülüyor ki Trump dini konularda, anti-semitizm ve İsrail’e dair konularda yer yer çelişkili sayılabilecek görüşlere sahiptir. Zira o beyaz neo-nazi tarzı bir milliyetçiliğe ve Evanjelik bir arka plana yaslanıyor. Ancak onun aynı zamanda bir işadamı olduğu, pragmatist yönlere sahip olduğu, peşin hükümlü olmamak gerektiği ve dolayısıyla başkanlığında İslam ve Müslümanların gönlünü alacak sözlerinin de olabileceği öngörülebilir. Ancak özellikle İslam, Müslümanlar ve İslam dünyası söz konusu olduğunda, yeni Amerikan yönetiminin derinlerinde iki unsurun izleri hep görülecek: Trump’ın İslam karşıtı özellikleri belirgin olan ‘beyaz milliyetçi arka planı’ ile yardımcısı Mike Pence’in 'haçlı ruhu'na sahip, İslam karşıtı, (aşırı) Hıristiyan evanjelik çevrenin desteklediği aday olarak seçilmesi.

Prof. Dr. Özcan Hıdır. Rotterdam İslam Üniversitesi ve İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde öğretim üyesidir

Özcan Hıdır

Kaynak: AA

Sayfa Bülteni

Soru ve görüşleriniz için yorum yapın: