Orhan Kılıçoğlu Yazdı; Bu Yazıyı Önce Erdoğan, Sonra Bütün TBMM Okumalıdır
Orhan Kılıçoğlu│Kasım 11, 2016
Bu Yazıyı Önce Erdoğan, Sonra Bütün TBMM Okumalıdır
''Ah bir fırsatım olsa da, bu yazımı AKSARAY'IN (Külliye) içindeki câmide bir cuma hutbesinde okuyabilseydim''
İnsan, eşref-i mahlûk (mahlukatın en şereflisi) olarak yaratılarak, bir imtihan salonundan ibaret olan dünyaya gönderilmiştir. Dünyaya gelen insanın, bu imtihanı kazanmasının tek yolu; ‘’KULLUK ŞUURU’’ içinde yaşayarak, kendisini bu dünyaya gönderene hakkıyla kul olmasıdır.
Allah Zül Celâl Hazretleri, ‘’Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım’’ buyuruyor. Yani, insanın varlık âlemine gelişindeki asıl maksat; Allah'ı bilmesi ve O’na hakkıyla kul olmasıdır.
Kulluk gayesi ile yaratılan insandaki ruh cevheri, kendisini o kula bir nefa olarak üfleyen sahibini arar ve bu arayış, ömür boyu bir koşturmaca şeklinde sahibine ulaşıncaya kadar devam eder.
Dünya ve içindekilere meylederek Yaradanına sırtını çevirip, yüzünü, GEMİCİKLERE, DOLARLARA, VİLLA VE KATLARA çevirenlerin artık Allah'ı arama ve O'na hakkıyla kul olma gibi bir davaları yoktur. Allah, biz Türk milletini bu gibilerin şerlerinden muhafaza eylesin.
Arzu, istek, hırs ve sahip olma duyguları sınırsız olan insanın maddi doyuma erişmesi ve bir yerde kendi ihtiraslarına artık yeter demesi ve elindekiyle kanaat etmesi imkânsızdır.
İşte bugün görüyoruz ki arzu, istek ve sahip olma duygusu sınırsız olan bir zatı muhterem, tam 14 yıldan beriye yatla, katla, gemiyle, çifte uçaklarla, makamların en yükseği ile bir türlü doyup tatmin olamadı.
İçinde, dünyaya böyle bir meyli ve iştahı olan insanoğlunun doyabilmesinin tek yolu, mânevi doyuma erişmesidir. Mânevi doyuma erişmemiş bir insan daima açtır. Midesinin tıka pasa dolması onun açlığını gideremez çünkü doymak bilmeyen obur iştahlı iki tamahkâr göz taşımaktadır. Bunun içindir ki ''Allah gözünü doyursun'' veya "Gözünü toprak doyursun derler."
Mânevi doyum için;
Bolca Allah'ı anmak,
O'nu her daim hatırlamak,
O'nu tespih etmek yâni zikri elden bırakmamak gerek.
Her gün bir yenisine şahit olduğumuz gibi;
Bazı iman fukarası, şeytan tabiatlı iğrenç insanlar, haram, helâl demeden devletin hazinesinden, milletinden, komşusundan, müşterisinden çaldıklarıyla doyacaklarını sanıyor ve ha bire vurguna devam ediyorlar.
Yatlar, katlar, içinde takunyalı dolaşılan villalar, uçaklar, bir kamyonun bile zor taşıyabileceği, taşısa bile sülâlece yüklenmesi günler alan dolarlar- Eurolar ve daha neleeeer neler.
Sorarım sizlere, bunca mala, mülke, paraya sahip oldukları halde doyuyorlar mı?
Bu gibi obur iştahlı, mana fukarası zavallılar nereden bilecekler ki ruh doyurulmadan, mide ve gözün asla doyurulmayacağını. Dünya malı bu gibi şaşkın, merhametsiz ve nursuzlar için tuzlu deniz suyu gibidir.
Deniz suyunu içenin susuzluğu daha da artınca;
O tuzlu suyu yine de içer,
İçtikçe de harareti artar kavrulur,
Yine içer, içer, içer de içer.
Halbuki bir bardak normal su içse harareti düşüp rahatlayacak.
Kendini bir var eden Allah'ını ve kul olduğunu aklından dahi geçirmeyip, dünya ve içindekilere azgın bir iştahla tamah eden insanların her biri, susuzluğunu gidermek için deniz suyu içen şaşkınlara benzerler, haksız yollardan servetlerini artırdıkça, daha fazla kazancın peşinde koşarak daha da açlaşır, alçaklaşır ve azgınlaşırlar.
Sevgili Peygamberimiz (sav), İnsanoğlunun bir vâdi altını olsa ikincisini ister, iki vâdi altını olsa bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur buyurmuştur.
Evet, insanoğlunun 10 gemiciği, bir kamyon dolusu ve sülâlece taşınması birkaç gün alacak kadar Doları, Auvrosu olsa bile; gemim 20 olsun, dövizlerim iki kamyon doldursun hırsıyla yanıp tutuşur.
Bu ne iğrençlik, bu ne iman fukaralığı, bu ne ahlâksızlık böyle?
Bizlerin, varlığını vücuda getiren ve bütün kâinatı yoktan var eden Allah’a ihtiyacımız sonsuz iken, O’na sırtını dönen ve bildirdikleriyle amel etmeyen insanın huzur bulması, kendisiyle barışık olması hiçbir şekilde mümkün değildir.
Kişi ve topyekun millet olarak huzur ve güven içinde yaşamamız, ancak ve ancak kulluk şuuru içinde hareket etmemizle ve de en önemlisi, bu şuurda insanları seçerek TBMM'ye göndermemizle mümkündür.
Kulluğumuzu, acizliğimizi ve O'na olan muhtaçlığımızı bir dem olsun unutmadan devamlı surette Yaradana doğru bir hareket içinde olmalıyız ki bizim O'na doğru attığımız her bir adımımıza karşılık O' rahmeti, bereketi, huzuru ve daha sayılamayacak kadar çok nimet ve merhametiyle bize doğru 10 adım atsın .
Orhan Kılıçoğlu