Oğuz Kağan Destanı

M.Ö. 500 ve sonrasına girmeden evvel, hem Türk tarihi hem de Dünya tarihi açısından önemi, hem de hakkında çıkan bir çok farklı görüş hasebiyle Oğuz Kağan Destanına bir göz atalım....

Öncelikle bir Türk olarak utanmamız gereken bir durumdur bu Destanlarımız ve Tarihimiz ile ilgili ilgisizliğimiz. Hala Alper Tunga kimdir, Oğuz Kağan Mete Han mıdır, Zülkarneyn Bilge Kağan mıdır yoksa Oğuz Kağan mıdır….gibi sorulara verebildiğimiz net yanıtlarımız yok.

Biz burada eldeki veriler ile bir sonuca varmaya çalışacağız ama hala eksik olan parçalar var.

Misal aşağıda göreceğimiz Oğuz Kağan Destanının Uygur yazıtı versiyonunun çoğu parçası eksik. Sadece ortasından bir kısım ortaya çıkmış durumda ve o da Paris Milli! Kütüphanesinde duruyor….

Yine Oğuz Kağan hakkında en büyük ipuçlarının gizli olduğu söylenen Beyaz Piramitler ile ilgili doğru düzgün tek bir hamlemiz yok….

Ve yine Orhun Yazıtlarının çoğu, öylece ortalıkta duruyor ve yazıların büyük bölümü kırılmış, harab edilmiş ve dediğimiz gibi hala çoğu korumasız….

Hali hazırda Türk Milliyetçiliği örselenmeye çalışılırken, kendi tarihimizi merak etmemekliğimiz de üstüne tuz biber ekmekte.

Bu bugünün de sorunu değil, genel bir sorunumuz. Kendi tarihimizi başkalarından öğreniyoruz. Hem de ne tarih! Dünya tarihinden Türkleri çıkarsan, ortada kopuk, bağlantısız bir silsile kalır ama biz bundan yana kaygısız ve duyarsısız.

Şimdi öncelikle belirtelim; Oğuz Kağan Destanının en bilindik versiyonlarını yorumsuz olarak vereceğiz. Ve ardından;

-Versiyonlar arası farklar neler?

-Oğuz Kağan hangi devirde yaşadı?

-Oğuz Kağan ile Hz İbrahim ilişkisi nedir?

-Oğuz Kağan Mete Han mı?

-Oğuz Kağan Alper Tunga mı?

-Oğuz Kağan Zülkarneyn mi? gibi sorulara cevap vermeye çalışacağız.

Oğuz Kağan Destanı bugün elimizde bulunan eski Türk destanlarının en önemlilerinden biridir. Bu destanın iki varyantının bulunduğu iki yazılı kaynak vardır. Birincisi Paris Milli Kütüphanesi’nde bulunan, Uygur yazısıyla yazılmış, eksik tek yazma nüshadır. Bu nüsha ilk olarak Rıza Nur tarafından keşfedilmiştir. İlmî olarak 1932 yılında W. Bang ve R. Rahmeti Arat tarafından Almanca olarak yayımlanmış, daha sonra 1936 yılında Oğuz Kağan Destanı adıyla Türkçe olarak yayımlanmıştır. Aynı eseri Muharrem Ergin Milli Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı 1000 Temel Eser Serisi’nde yeni bir şekilde neşretmiştir.

Oğuz Kağan Destanı’nın ikinci önemli varyantı, İlhanlı Devleti’nde sarayda önemli roller üstlenmiş tarihçi ve doktor Reşidettin’in Farsça tarihine, farklı yazılı ve sözlü kaynaklardan aktararak meydana getirdiği metindir. Bu kitabın 1317 yılında, yazarın hayatta iken oluşturulmuş minyatürlü bir nüshası İstanbul Topkapı müzesindedir. Bu varyant Uygur yazısıyla oluşturulmuş varyanttan oldukça farklıdır. XV. yüzyılda yaşamış olan Yazıcıoğlu ile XVII. yüzyılda yaşamış olan Ebulgazi Bahadır Han, Reşidettin rivayetlerini batı ve doğu Türkçelerine aktarmışlardır. Reşidettin’in Farsça metnini en son Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Türkçe’ye çevirmiş ve tarihî bakımdan ele almıştır.

Uygur versiyonunda Destan, Ay Kağan'ın Oğuz'u doğurduğu günden başlıyor ve Oğuz Kağan'ın yaşlanıp büyük Türk ilini oğullarına paylaştırması ile sona eriyor. Fakat tekrar edelim: Bu destanın sadece bir bölümüdür. Başından ve sonundan eksiklikler çoktur. Bu kayıp olan ve Türk Milleti için çok önemli olan metinler umarım bulunur…

1-Uygur Versiyonu

Günlerden bir gün, Ay Kağan'ın gözü parladı, doğum sancıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök gibi parlaktı. Ağzı ateş kızılı, gözleri ela, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi.

Bu çocuk anasının göğsünden bir defa süt içti, bir daha içmedi. Çiğ et, aş ve şarap istedi.

Dile gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü, oynadı. Ayağı öküz ayağı gibi (kuvvetli), beli kurt beli gibi (ince), omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı vücudu gibi (kuvvetli) ve bütün vücudu tüylü idi. Yılkı güder, ata biner, av avlardı. Günlerden, gecelerden sonra yiğit (delikanlı) oldu.

O çağda, o yerde bir ulu orman vardı. Bu ormanda dereler, gözeler çoktu. Buraya gelen avlar, uçan kuşlar da çoktu. Ormanın içinde bir de büyük bir canavar vardı: Yılkıları, insanları yiyen, çok büyük yaman bir canavar! (metinde gergedan olarak geçiyor). Bu canavar, halkı ağır bir eziyetle ezmiş, sindirmişti.

Oğuz Kağan çok cesur yiğitti. Bu canavarı avlamak istedi ve günlerden bir gün ava çıktı. Kargı, yay, ok, kılıç, kalkanla atlandı (ve canavarı bulmak için ormana gitti).

(Önce) bir geyik yakaladı. Onu söğüt çubukları ile bir ağaca bağlayarak bırakıp gitti. Sabahleyin tan ağarırken yine geldi. Gördü ki canavar geyiği kapmış.

(Oğuz Kağan bu defa) bir ayı yakaladı. Onu, altın kemeri ile ağaca bağladı ve gitti. Ertesi sabah, tan ağaran çağda yine geldi. Gördü ki canavar ayıyı da almış, götürmüş.

(Bu defa) o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar gelip, başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile canavarın başına vurarak onu öldürdü. Kılıçla başını keserek, alıp gitti.

Tekrar (aynı yere) geldiği zaman gördü ki bir sungur (aladoğan) canavarın içerisini (iç organlarını) yemektedir. Yay ile, ok ile sunguru öldürdü, başını kesti. Ondan sonra dedi ki: Canavar geyiği yedi, ayıyı yedi, kargım onu öldürdü. Çünkü kargım demirdendi. Canavarı sungur yedi, yay ve okum onu öldürdü. Çünkü okum bakırdandı.

Gene günlerden bir gün, Oğuz Kağan bir yerde Tanrı'ya yalvarmakta idi. Karanlık bastı ve gökten bir gök (mavi) ışık düştü. Güneşten, aydan daha parlak bir ışıktı. Oğuz Kağan (bu ışığa doğru) yürüdü. Gördü ki, ışığın ortasında bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Başında ateşli ve parlak bir beni yardı. Altın kazık (demir kazık yıldızı) gibiydi. Öyle güzel bir kızdı ki, gülse mavi gök gülüyor, ağlasa mavi gök de ağlıyordu.

Oğuz Kağan onu görünce usu (aklı) gitti. Onu sevdi ve aldı. Onunla yattı ve dileği oldu. Kız hamile kaldı.

Günlerden gecelerden sonra (kızın gözleri) parladı. Üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne de Yıldız adını koydular.

Gene bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Önünde, bir göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda bir kız vardı. Yalnız oturuyordu. Çok görümlü (güzel) kızdı. Gözü gökten daha gök (mavi) idi. Saçları dere gibi dalgalı, dişleri inci gibiydi. O kadar güzeldi ki, yeryüzü insanları onu görse "Ay ay, ah ah, ölüyoruz!" diye sütten kımız olurlardı.

Oğuz Kağan onu gördükte usu (aklı) gitti, yüreğine od düştü. Onu sevdi, aldı. Onunla yattı, dileği oldu. Kız dölboğa (hamile) kaldı.

Günler ve gecelerden sonra (bu hatunun da) gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular.

Ondan sonra Oğuz Kağan büyük bir toy verdi. Halka yarlıg gönderdi. Çağırılan halk, birbirine danıştı ve geldi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler.

Toydan sonra Oğuz Kağan beğlere ve halka yarlıg verdi. Dedi ki:

Ben sizlere oldum kağan,
Alalım yay ile kalkan,
Nişan olsun bize buyan,
Bozkurt olsun bize uran,
Demir kargı olsun orman,
Av yerinde yürüsün kulan,
Daha deniz, daha müren,
Güneş tuğ olsun, gök kurıkan.

Gene ondan sonra, Oğuz Kağan dört yöne yarlıg yolladı. Bildiriler bildirdi ve elçilerine verip gönderdi. Bu bildiriler şöyle yazılmıştı:

"Ben Uygurlar'ın kağanıyım, yerin dört bucağının kağanı olsam gerektir. Sizlerden baş eğmenizi istiyorum. Kim benim ağzıma bakarsa (ağzımdan çıkan emirlere uyarsa), hediyelerini kabul eder, onu dost bilirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim, onu düşman tutar, çeri çıkarıp baskın yapar ve astırırım, yok ederim!"

Gene o çağda, sağ yanda, Altın Kağan denen bir kağan vardı. Bu Altın Kağan Oğuz Kağan'a elçi gönderdi. Pek çok altın, gümüş, yakut taşlar, pek çok mücevher yollayarak bunları Oğuz Kağan'a saygı ile sundu. Onun emirlerini dinledi ve iyi vergilerle dostluğunu sağladı.

Sol yanda Urum denen bir kağan vardı. Bu kağanın çerileri çok çok, balıgları (şehirleri) çok çok idi. Bu Urum kağanı Oğuz Kağan'ın yarlığını (buyruğunu) dinlemezdi. "Ben onun sözünü tutmam"derdi.

Oğuz Kağan gazaba gelerek onun üzerine yürümek istedi. Tuğlarını kaldırıp askeriyle onun üzerine yürüdü.

Kırk gün sonra Muz Dağ (Buz Dağ) denen dağın eteğine geldi. Burada çadırını kurdurdu ve uyudu.

Ertesi gün, tan ağarırken, Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı. O kurt, Oğuz Kâğan'a dedi ki, "Ey, ey Oğuz! Sen Urum üzerine yürümek istiyorsun, ey ey Oğuz, ben de senin önünde yürümek İstiyorum!"

Ondan sonra Oğuz Kağan çadırını durdurdu ve gitti. Gördü ki çerinin önünde gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt yürümekte ve kurdun ardı sıra ordu ilerlemektedir.

Gök tüylü, gök yeleli bu büyük kurt, bir nice gün gittikten sonra durdu. Oğuz dahi çerisi ile durdu. Burada İtil Müren denen bir deniz vardı. Bu itil Müren'in yanında, bir kara dağ önünde vuruşgu (vuruşma, çarpışma) oldu. Okla, kargı ile, kılıçla vuruştular.

Çerilerin arasında vurulan çok oldu. Halkın gönüllerinde kaygı çok oldu. Tutuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil Müren'in suyu zencefre gibi kıpkızıl oldu. Oğuz Kağan yendi. Urum Kağan kaçtı.

Oğuz Kağan, Urum Kağan'ın kağanlığını ve halkını aldı. Ordusuna canlı cansız pek çok ganimet düştü.

Urum Kağan'ın bir kardeşi vardı. Adı Uruz Beğ idi. Bu Uruz Beğ, oğlunu dağ başında, derin ırmak arasında, iyi tahkim edilmiş bir şehre yolladı. Dedi ki: "Şehri korumak gerek, sen şehri iyi sakla (koru), vuruşgulardan sonra bize gel."

Oğuz Kağan bu şehre yürüdü. Uruz Beğ'in oğlu ona çok çok altın, gümüş yolladı. Dedi ki: "Ey Oğuz Kağan, sen benim kağanımsın. Babam bana bu şehri verdi ve 'şehri korumak gerek, şehri benim için sakla ve vuruşgulardan sonra gel' dedi. "Babam sana kızdı ise bu benim suçum olur mu? Ben senin buyruğunu yerine getirmeye hazırım. Bizim kut'umuz (devletimiz, mutluluğumuz) senin kut'un olmuş. Bizim uruğumuz (soyumuz) senin ağacının yemişindendir. Tanrı sana yer verip buyurmuştur. Ben sana başımı, kut'umu (devletimi) veriyorum. Sana vergi verir, dostluktan çıkmam" dedi.

Oğuz Kağan yiğidin sözlerini güzel gördü, sevindi ve: "Bana çok altın yollamışsın, şehri iyi saklamışsın (korumuşsun)" dedi. Onun için ona Saklap adını koydu ve dostluk gösterdi.

Ondan sonra Oğuz Kağan çeri ile gene İtil denen ırmağa-geldi, İtil büyük ırmaktır. Oğuz Kağan onu gördü ve "İtil suyunu nasıl geçeriz?" dedi.

Çeri arasında iyi bir beğ vardı. Adı Uluğ Ordu Beğ idi. Akıllı bir erdi. Gördü ki bu yerde çok çok ağaç var. O ağaçları kesti, üzerlerine yatıp geçti.

Oğuz Kağan sevindi, güldü ve: "Sen burada beğ ol, senin adın Kıpçak (oyulmuş ağaç) olsun" dedi.

Yine ilerlediler. Ondan sonra Oğuz Kağan, gök tüylü, gök yeleli erkek kurdu tekrar gördü. Gök Kurt Oğuz Kâğan'a dedi ki:

"Şimdi sen çeri ile burada atlan, atlanıp halkı ve beğlerini götür, ben önden yürüyüp sana yol göstereceğim."

Tan ağardığında Oğuz Kağan gördü ki erkek kurt çerinin önünde yürümektedir. Sevindi, ilerledi.

Oğuz Kağan bir alaca aygır ata binerdi. Bu aygır atı çok severdi. Yolda bu aygır gözden yitip kaçtı. Burada büyük bir dağ vardı. Bu dağın üstünde de don ve buz vardı. Dağın başı soğuktan ap-aktı. Onun için adı "Buz Dağ"dır Oğuz Kağan'ın atı işte bu Buz Dağ'ın içine kaçtı. Oğuz Kağan çok üzüldü.

Çeri arasında, kahraman bir er beğ vardı. Ne Tanrı'dan ne şeytandan korkardı. Yürüyüşe, soğuğa dayanıklı bir erdi. O beğ dağa girdi, yürüdü. Dokuz gün sonra Oğuz Kâğan'a aygır atı getirdi. Buz Dağ çok soğuk olduğundan, o beğin vücudu karla kaplanmıştı. Ap aktı. Oğuz Kağan sevinçle güldü. Dedi ki: "Sen buradaki beğlere baş ol, senin adın ebediyen Karluk olsun."

Böyle dedi ve ileri gitti.

Yolda giderken büyük bir ev gördü. Bu evin (sarayın) duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı demirdendi. Kapalı idi ve açkısı (anahtarı) yoktu.

Çeride pek becerikli bir er vardı. Adı Tömürdü Kagul idi. Oğuz Kağan ona yarlıg (emir) verdi: "Sen burada kal ve çatıyı aç, (Kal, aç), açtıktan sonra orduya gel" dedi. Bundan dolayı ona Kalaç, (Kal, aç) adını koydu ve ilerledi.

Gene bir gün, gök tüylü, gök yeleli erkek kurt, yürümedi, durdu. Oğuz Kağan da durdu ve çadırını kurdu. Burası tarlasız, çorak bir yerdi. Buraya "Çürçet" diyorlardı. Büyük bir yurt idi. Atları çok, öküzleri ve buzağıları çok, altın ve gümüşleri çok, cevahirleri çok çoktu.

Burada, Çürçet Kağan'la halkı Oğuz Kağan'a karşı geldiler. Vuruş-tokuş (vuruşma-çarpışma) başladı. Oklarla, kılıçlarla vuruştular. Oğuz Kağan üstün geldi ve Çürçet kağanını öldürdü, başını kesti ve Çürçet halkını kendisine bağladı. Vuruşgudan sonra Oğuz Kağan'ın çerisine, nökerlerine (maiyetine) ve halkına öyle çok ganimet düştü ki, yüklemek ve götürmek için at, katır ve öküz az geldi.

Oğuz Kağan'ın çerisinde, akıllı, iyi, becerikli bir er vardı. Adı Barmaklıg Coşun Billig idi. Bu becerikli kişi bir kağnı yaptı. Kağnı üzerine cansız malları yükledi, baş tarafına canlı malları koştu. Çektiler, gittiler. Oğuz Kağan'ın nökerleri ve halkı, hepsi, bunu gördüler ve şaştılar. Onlar da kağnı yaptılar. Bunlar, kağnı yürümekte iken kanga! kanga! diye bağırıyorlardı. Onun için onlara Kanga adını koydular.

Oğuz Kağan kağnıları gördü, güldü ve (o becerikli erine): "Kanga kanga ile cansızı canlı yürütsün, Kangaluğ sana ad olsun, bunu da kağnı belirtsin" dedi, gitti.

Ondan sonra gene bu gök tüylü, gök yeleli kurt ile Sindu (Sind, Hind), Tangut, dahi Şam yönlerine atlanıp gitti. Çok vuruşgudan, çok tokuşlardan (vuruşma ve çarpışmalardan) sonra oraları aldı ve kendi yurduna kattı. Hepsini yendi, bastı.

Yine, söz dışında kalmasın ve belli olsun ki, güneyde Barkan denen bir yer vardır. Ulu, varlıklı bir yurttur. Çok sıcak bir yerdir. Burada çok avlar, çok kuşlar vardır. Altını, gümüşü, mücevherleri çoktur. Halkının yüzleri kapkaradır.

İşte bu yerin kağanı Masar denen bir kağandı. Oğuz Kağan onun üstüne atlandı, çok yaman bir vuruşgu oldu. Oğuz Kağan yendi, Masar Kağan kaçtı. Oğuz onu hükmü altına aldı, yurdunu ele geçirdi, gitti. Oğuz Kağan'ın dostları çok sevindiler, düşmanları çok kaygılandılar. Oğuz Kağan sayılamayacak çok nesneler, yılkılar aldı. (Sonra) yurdunun, evinin yoluna düştü, döndü.

Gene, söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, ak saçlı, uzun akıllı (tecrübeli), yaşlı bir kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir insandı. Oğuz Kağan'ın tüşimeli (veziri, danışmanı) idi. Adı (unvanı) Uluğ Türk (Ulu Türk) idi.

İşte bu Ulu Türk, günlerden bir gün, düşünde bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu, altın yay gündoğusundan ta günbatısına dek uzanmıştı. Üç gümüş ok da güneye doğru gidiyordu. Uykudan sonra düşte gördüğünü Oğuz Kağan'a anlattı ve dedi ki: "Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun, ey kağanım, sana dirlik hoş olsun, Gök Tanrı düşümde ne verdiyse gerçek olsun. Tanrı bütün dünyayı senin uruğuna (nesline, soyuna) bağışlasın!"

Oğuz Kağan Ulu Türk'ün sözünü beğendi. Onun öğüdünü dinledi ve öğüdüne uydu.

Ondan sonra, ertesi gün, büyük ve küçük oğullarını çağırttı ve dedi ki:

"Ey oğullarım, benim gönlüm av diliyor, (ama) kocamış olduğum için cesaretim yoktur,
Gün, Ay, Yıldız! Tan yönüne sizler varın! Gök, Dağ, Deniz! Tün yönüne sizler varın!"

Ondan sonra (oğulların) üçü tan (doğu) tarafına, üçü de tün (batı) tarafına vardılar. Gün, Ay, Yıldız, çok avlar, çok kuşlar avladıktan sonra yolda bir altın yay buldular. Bunu alıp babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü, yayı üçe böldü ve dedi ki:

"Ey büyük oğullarım, yay sizlerin olsun, yay gibi okları göğe kadar atın!"

Gök, Dağ, Deniz de, çok avlar, çok kuşlar avladıktan sonra yolda üç gümüş ok buldular. Bunları aldılar ve babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü ve okları üçe böldü. Dedi ki:

"Ey küçük oğullarım, oklar sizin olsun. Yay oku attı. Sizler oklar gibi olun!"

Bunlardan sonra da Oğuz Kağan büyük kurultayı topladı. Herkesi çağırdı. Çağıranlar gelip danışdılar, oturup beklediler.

Oğuz Kağan büyük otağının sağ tarafına kırk kulaç uzunluğunda bir ağaç direk diktirdi, tepesine de bir altın koyun bağladı.

Yine Oğuz Kağan büyük otağının sol yanına kırk kulaç uzunluğunda bir ağaç direk diktirti. Onun tepesine de bir gümüş tavuk koydurdu ve dibine bİr kara koyun bağladı. Sağ yanda Bozoklar oturdular sol tarafta da Üçoklar yerlerini aldılar. Kırk gün kırk gece yenildi içildi, eğlenildi, gülündü. Kırk gün kırk gece geçtikten sonra Oğuz Kağan oğulları arasında yurdunu paylaştırdı ve ondan sonra dedi ki:

"Ey oğullarım ben çok yaşlandım, çok savaşlar gördüm, Cıda ile çok ok attım, Aygır ile çok yollar aştım, Düşmanları ağlattım, Dostlarımı güldürdüm, Gök Tanrı' ya olan borcumu ödedim, Size de yurdumu verdim."

Gördüğümüz gibi, bu versiyon Oğuz Kağan’ın doğumu ile başlar. Babası, Ailesi, yaşadığı devir hakkında bilgi yoktur. Aslında vardır da, yazmaların başı ve sonu kayıptır. Bu kayıp parçaları bulmak, Türk tarihçilerinin ve Araştırmacıların asli görevidir. Bu detaylara ayrıca eğileceğiz. Gelelim 2. Versiyonu.

Reşüdiddin versiyonu 1317 de yazıldığı düşünülen Oğuznamedir. Toplamı 150 sayfayı bulur ve çok detaylıdır. Türlü kaynakların ve söylemlerin birleştirerek yazıldığı tahmin edilmektedir. Çoğu tarihçi Uygurca Versiyonu baz alır, hatta Reşidüddin versiyonunun Oğuz Kağan Destanı’nın İslami motiflerle süslenmiş hali olduğunu iddia ederler. Bu konulara yanıt vereceğiz. Önce bu versiyonu verelim…

2- Reşidüddin Fazlullah Versiyonu

Türk tarihçileri ve dili çabuk raviler şöyle anlatırlar:

Nuh Peygamber yeryüzünü oğulları arasında bölüştürdüğü zaman, büyük oğlu Yafes’e doğu illeri ile Türkistan’ı ve o tarafları verdi. Yafes, Türklerin deyişine göre Olcay Han diye lakap alır. O göçebe olarak yaşıyordu. Yaylak ve Kışlak’ı Türkistan’da olup, yazları İpanç şehri yakınlarındaki Ortak ve Kürtak’da, kışları da aynı yörelerdeki Karakum’daki Porsuk adlı yerde geçiriyordu. Burada iki şehir vardı:  Birisi Talas birisi Qarı Sayram ki, bu son şehrin çok büyük kırk kapısı vardı. Olcay Han’ın paytahtı bu yerde idi.

Onun Dhib Yavqu Han adında bir oğlu vardı. Dhip’in manası taht ve makam, Yavqu ise halkın önderi demekti. O büyük ve tanınmış bir padişahtı. 4 muteber ve şöhretli oğlu vardı : Kara-Han, Or-Han, Kür-Han ve Küz-Han. Kara-Han veliahd olduğundan, babasının yerine geçip padişah oldu.Onun çok talihli ve padişahlığa layık bir oğlu dünyaya geldi. 3 gün ve 3 gece anasının sütünü emmedi. Anası artık onun hayatından ümidi kesmiş, kederli ve endişeli idi. Bir gece rüyasında oğlunun kendisine birşeyler söylediğini gördü:

‘’Eğer sütünü emmemi istiyorsan biricik Tanrı’yı ikrar ve itiraf et; üzerine olan hakkını olduğu gibi farz bil.’’

Kadın üç gece bu hali rüyasında gördü. Bu kavim kafir dininde olduğu için kadın meseleyi onlara anlatamadı. Kocasından gizli olarak Tanrı’ya iman etti. Elini göğe kaldırıp dua etti ve dedi ki :

‘’Ey Tanrım, bari ben biçarenin sütünü bu çocukcağızın zevkine uydurup tatlı kıl.’’

Oğuz o anda anasının göğsüne yapışıp emmeye başladı. 1 yıl geçince babası onda olgunluk ve asalet belirtileri gördü. Onun temizlik ve güzelliğinden hayrette kaldı ve dedi ki :

‘’Bizim kavim ve uruğumuzda bundan daha güzel bir çocuk dünyaya gelmemiştir.’’

Çocuk bir yıl sonra dili açılıp konuşmaya başladı ve dedi ki:

‘’Ben bir Otağ’da doğduğum için adımı Oğur koymak gerekir.’’

Oğuz çocukluğunda ve büyüme çağında, ergin oluncaya kadar daima Tanrı’yı anıp ona şükrederdi. Her fırsatta, ister uykuda ister uyanık halde, yaratıcı Tanrı’yı muhakkak anardı. Ona Tanrı’nın nurlu feyzi erişti. Her türlü bilim ve hünerde, ok atmada, kargı kullanmada, kılıç çalmada ve bilgi hususunda aleme ün olacak şekilde gelişme gösterdi. Babası ona amcası Küz-Han’ın kızını nişanladı. Oğuz kadını eve getirdi. Onu Tanrı’ya imana çağırdı. Kız kabul etmedi; Oğuz’da ona yakınlaşmaktan kaçındı. Babası oğlunun bu kıza yüz vermediğini görünce, diğer kardeşi Kür-Han’ın kızını oğluna istedi. Oğuz ondan da aynı şeyi istedi. Kız çekinde ve ‘’ Eğer beni bu hususta zorlarsan, meseleyi babana anlatırım ve sonra o seni öldürür’’ dedi. Oğuz da aralarındaki münasebeti kesti. Kara-Han Oğuz’un her iki kızdan da nefret ettiğini anlayınca küçük kardeşi Or-Han’ın kızını istedi. Tesadüfen bu kız, birgün kendi cariyeleri ile su kenarında gezip seyretmekte idi. Cariyeler suda çamaşır yıkıyorlardı. Oğuz da bir avdan dönüyordu. Konuşmaya başlayıp Oğuz ona kendi maksadını anlattı. ‘’ Eğer dediklerime uyar, onları kabul edersen, seni zevceliğe kabul ederim; aksi takdirde öteki gelinler gibi senden de kaçınır, uzaklaşıp ayrılırım’’. Kız şöyle dedi : ‘’ Ben senden bir parçayım; her ne emredersen ona baş eğer, itaat ederim. Nerede senin halkan bulunuyorsa orası bana kulak, nerede çember varsa orası bana baştır’’. Oğuz bu kızı eve getirdi, ona yakınlaştı; onu çok seviyordu. Kadın da aynı şekilde ona bağlılığını ve sevgisini gösteriyordu. Oğuz önceki iki geline yüz çevirmekte devam ediyordu. Bir gün Oğuz bütün yakınları ve dostları ile ava gitmişti.

Babası kafir Kara-Han bu arada bir toy tertip etti. O, Oğuz’un eşleri olan 3 gelinine kase tuttu ve yemek sırasında bir ara ‘’ Evvelki iki gelin, sonraki geline nisbetle daha temiz, daha güzel ve daha üstün oldukları halde Oğuz niçin onu daha çok seviyor; bunun sebebi nedir?’’ dedi. Bu iki gelin içlerini dökmek için böyle bir fırsat bekliyorlardı ve şimdi tam sırası olduğunu gördüler. Kinle ve düşmanlıkla dediler ki: ‘’ Oğuz bizi tek bir Tanrı’ya inanıp ona ibadete davet etti. Biz böyle bir Tanrı tanımıyoruz dedik. O buna kızarak bizden uzaklaştı. Bu gelin onun emrine uydu; böylece ona şefkat ve sevgi gösterdi. Şimdi bu karı-koca yeni dini tutmuşlardır; atalarının dinini inkar edip ona yüz çevirmişlerdir’’.  Kara-Han bunu o gelinden sordu, kız inkar etti. Kara-Han öfkelendi ve kinle doldu. Hemen o zaman kardeşlerini ve akrabalarını toplayıp onlara dedi ki: ‘’ Oğlum Oğuz çocukluğunda mes’ud, talihli ve padişahlığa istidatlı idi. Şimdi işitiyorum ki, kendi dininden dönmüş ve başka bir Tanrı seçmiş. Bir çocuğun bize ve mabudumuza ihanet edip onu küçümsemesi rezaletine nasıl katlanabiliriz?’’

Kengeş (danışmak, müşavere) ederek Oğuz’u öldürmeye karar verdiler. Onu ezecek asker ve kuvvet topladılar. Oğuz’a karşı sevgi ve şefkat hissi ile dolu olan küçük zevcesi, bu haberi duyunca komşularından bir kadını kocası Oğuz’a haber vermek için gönderdi. Oğuz da savaşa hazırlandı.

Oğuz avdan dönüp evin yakınlarına gelince babası ve amcalarını kendi yakınları ile birlikte savaşa hazır halde buldu. Kendi nökerlerinin başında onlarla çarpıştı. Bu savaş sırasında babası Kara-Han, amcaları Kür-Han ve Küz-Han öldürüldüler. Oğuz yerinde dayandı ve 75 yıl amcalarının uruğları ile daima çarpıştı. Nihayet onları yenip ezdi.

Onların vilayet ve uluslarını ta Karakurum ötelerine kadar kendi idaresine aldı. Kılıç artıkları nihayet onun hakimiyetini kabul ettiler. Dediler ki: ‘’ Biz senin aslından ve soyundanız; aynı kökten türeyen dal-budaklarız ve onların yemişleriyiz. Niçin bizi yok etmek için bu kadar uğraşıyorsun?’’.

Oğuz dedi ki: ‘’Eğer sizler Tantı’ya inanır, birliğini kabul ederseniz canınız aman bulur ve size oturmak için Türkistan’ı veririz’’.

Fakat onlar inkar gösterdiler. Oğuz onları Karakurum’a kadar sürdü. Onlar da ister istemez yoksulluk içinde Tuğla Irmağı kenarındaki çöl ve vadilere göçüp yaşamaya devam ettiler. Orasını kendilerine yaylak ve kışlak yaptılar. Bunlar fakirlik, yoksulluk, acz ve kırıklıktan her vakit üzüntülü ve gamlı idiler. Oğuz onlara ‘Muval’ diye ad verdi; yani her zaman kaygılı, gönlü dar ve zavallı olunuz; köpek derisi giyip av eti yiyiniz; bundan sonra artık Türkistan’a gelmeyiniz’’.

Oğuz bu savaşlardan sonra atından inince altın evin kurulmasını buyurdu ve orada kendi taraftar ve dostlarıyla bir toy yaptı. Kendisine yardım etmek üzere iltihak etmiş olan bir kavme ‘Uygur’ adını verdi; Türk dilinde izinden giden, uyan demektir.

Diğer bir kavim de, düşmanları yağma edip ganimet, olcay alındığında, hayvanlar bunları taşımak için yetişmediğinden ‘Kanglı’lar yaptılar. Bundan evvel tekerlek yoktu; ilk defa bunlar inşa ettiler. Levazım, ağırlık ve olcayları bunun üzerine koyarak taşıdılar, gittiler. Oğuz bundan dolayı onlara ‘Kanglı’lar adını verdi. Talas, Sayram ve o tarafların askerleri, Oğuz’un ülkesinde dikbaşlılık gösterdiler. Oğuz onların üzerine yürüyüp yendi. Talas ve Sayram’dan başlayıp Maveraünnehr, Buhara ve Horezm’e kadar zaptedip idaresine aldı. Memleketin dörtbir tarafında oturan yakınları ile anlaşmasını yeniledi ki, evine ve yakınlarına saldırmasınlar ve o da cihangirliğe güvenle girişebilsin.

Oğuz kendisi ile yakınları arasındaki çekişmeleri düzene koyduktan sonra İl olmaları ve baş eğmeleri için Hindistan’a elçiler gönderdi ve mal istedi. Hindistan halkı ve büyükleri sert ve kaba cevaplar verdiler. Elçiler döndüler. Hind ve Sind halkının isyan ve taşkınlığı devam etti. Oğuz Hindistan üzerine sefere çıktı ve bu ülkeyi doğu tarafından işgal etmeye başladı. Önce Uludaq vilayetine varıp, bir müddet orada oturdu. Oradan İqariyye’ye gitti. Burası derya(büyük nehir) ile büyük ve sağlam kaleler arasında bir dağdı. Nehri gemi ile geçmek imkansızdı. Oğuz kelek(tulum) şekline benzeyen sal yapılmasını emretti. Bununla nehri geçtiler ve bu tedbirle İqariyye’yi aldılar.

Hindistan’ın doğu tarafında bir büyük ülke daha vardı. Padişahı Sınmi(Tinesi) Oğul Yağma Han, Oğuz’un Hind ülkesine saldırıp, orayı istila ettiğini haber alınca İl olmak ve itaat etmek niyetini gösterip vergi vermeyi de kabul etmişti. Fakat Oğuz onun ülkesinden dönünce  düşmanlık gösterdi, karşı koyup isyan etti. Oğuz geri dönerek onu yakalayıp öldürdü ve memleketini de zaptettirdi.

Oradan yola çıkarak ulaştığı heryeri aldı. Böylece bütün Çin’i, Maçin diyarını ve Nenkiyas’ı ele geçirdi. Oralardan pek çok mal ve ganimet alıp kendi vatanı olan Türkistan’a dönerek Ortaq ve Alataq’a indi.

Almalıq yakınlarında Turqunlutaq ve Turqanlutaq çok yüksek ve baş döndürücü iki dağdır. ‘Turqan’ ve ‘Turqun’ bu dağlarda biten iki çeşit ottur; dağlar bu otlara göre adlandırılmışlardır. Oğuz buraya varıp indikten sonra ondört gün orada oturdu. Bu yörenin padişahı olan İnal Han Oğuz’la savaşmak için asker topladı. İki ordu karşılaşıp savaştılar. Muharebe 8 gün sürdü ve her iki taraftan da çok asker kırıldı. Nihayet 8. Gün develeri ve katırları birbirine bağlayarak bir saf yapıp askerin önüne koydular. Evleri, çadırları ve yükleri barikat yaptı. Bunun ardından yağmur gibi ok yağdırdılar. Böylece Oğuz galip geldi ve İnal Han’ı öldürdü; memleketini aldı.

Buradan kendi yurdu olan Ortaq ve Kürtaq’a hareket etti. Maksadı burada atlarını semirtmekti. Çünkü Kuzey ülkelerini fethetmeye kararlı idi…..

Bundan sonrası böyle devam ediyor arkadaşlar. Reşidettin Oğuznamesi yaklaşık 150 sayfa. Her savaşı detayları ile veriyor. Mısır’ın fethi, Frenklerin, Rumların, Farsların ve sırası ile tüm dünyanın fethedilmesi savaş savaş, isim isim veriliyor. Tabi bunların hepsine burada yer veremeyiz. Bu Oğuzname’yi ayrıca tam metin yayınlayabiliriz.

Şimdi öncelikle bu 2 versiyon arasındaki farklara ve versiyonlar içindeki itiraz edilen hususlara değinelim.

1- Uygur Versiyonu ile ilgili itiraz Çiğ et ve Şarap içilmesi hususundadır. Öncelikle kendi yorumumu söylemek istiyorum. Şarap içmişse bile, şarap Haram mı o devirde?….

Bildiğim kadarıyla (aksini gösterir bir delil, belge veya iddiada yok) şarap ancak İslamiyet devrinde Haram edildi. Hatta dini kaynaklarda bile yazdığı üzere; ilgili ayet inene kadar Müslümanlardan şarap içenler varmış. Şarab ile ilgili ayet indiğinde, bunu halka duyurmuşlar ve o sırada şarap içen Sahabi'ler testilerini ve bardaklarını yere atmışlardır. Dolayısı ile bırakın İslamiyeti, diğer Dinlerden bile önce olabilecek bir devirde Oğuz Kağan şarap içmişse bile bu onu Hak Dine aykırı birisi yapmaz…..Böyle yersiz ve tuhaf alınganlıklar göstermenin hiçbir manası yoktur. Hatta komik duruma düşülebilir. İnternette ve bazı kitaplarda öyle versiyonlar var ki, buraya yazmadım bile. Oğuz Kağan’ı namaz kıldıranını mı ararsın, oruç tutturanımı…..Hiç gerek yok bence….

Ancak bir noktayı atlamak da haddime değil. Çünkü itiraz Uygurca ceviri ile ilgili. Bu çiğ et ve şarap istediğine dair kısmın Uygurcası şöyle:

artırak içmedi, yig et, aş, sürme tiledi.

Burada sürme kelimesinin şarap olarak cevrilmesine itirazlar çoktur.

Hatta yig et'in 'katıksız et' olarak cevirilebileceği de söylenmektedir.

2- Reşidüddin versiyonunda geçen bir konu ve Ord. Prof. Zeki Velidi Togan’ın kitabında düştüğü bir alt notu burada belirtelim. Bu alt nota göre; Oğuz Kağan kendisi ile savaşan ve sonrasında da iman etmeyen amca çocuklarını sürmüş ve onlara Muval demiş idi. Bu Muval’ın;  bilinen adı ile Mong-ol (Türkçesi kaygılı ol) anlamına geldiğini  belirten Reşidüddin’e Zeki Velidi Togan ‘Bu konu kesin de değildir’ der. Hatta ilerde göreceğimiz EbulGazi Han’ın 1600 lü yıllarda yazdığı versiyona göre, Moğol Han Oğuz Kağan’ın dedesinin adı iken, bugün Moğol denilen halka, eskiden Mong-ol  denilir idi. Zamanla Moğol ve Mong-ol karıştı ve aynı adla anılır oldu. Bu tartışma ayrı bir boyuttur ama zaten yabancı tarihçiler bile Moğolca ve Türkçenin 1300 yılından evvel hemen hemen aynı dil olduğunu, hatta Çengiz Han’ın Türkçe konuştuğunu söylerler. Bu konuya Moğol-Türk ve Cengiz Han yazımızda değineceğiz…..

3- Reşidüddin versiyonu ile ilgili; Oğuz Kağan’ın babası Kara-Han’ın ve onun devrinde tüm kavmin kafir olması durumu:

Bu tespite şu mantıkla itiraz edilebilir: Ya verilen silsile yanlış ya da durum yanlış aksettirilmiş. Çünkü aynı versiyonda Kara-Han için Yafes’in torunu diyor. Yafes ise bildiğimiz gibi Nuh Peygamber’in Tufan sırasında gemide olan oğlu….

Daha evvel değindiğimiz üzere; Nuh Peygamber’in Tufan’dan sonra 350 yıl yaşadığını kabul ediliyor. Bu durumda Yafes’in torununu görmesi çok büyük ihtimal. Görmese bile, Nuh Peygamber’in ölümüne yakın tarihler olmalı. Şimdi soruyorum bu kadar kısa sürede koca Kavim nasıl Tanrı’dan bu kadar habersiz olur? Anlatılan silsileye göre kavmin kafir olması imkansız….Kaldı ki yine versiyon içinde Kara-Han Tanrı diyor sürekli. Oğlum başka Tanrı’ya inanmış diyor. Artık iyice tuhaf bir durum söz konusu. Ben bu kabule mantıksal sebepler ile inanmıyorum.

Şimdi burada 2. bir ihtimali gözden geçirelim. Belki de silsile yanlış. Yani Oğuz Kağan Yafes’in torununun oğlu değil, daha sonra yaşadı….Bu ihtimalden söz edenlere bakalım:

Ebulgazi Han: 1603-1663 arasında yaşayan ve 1644 sonrasında Hive Han’ı olan Ebülgazi Han, Türkmenler arasındaki Oğuznamelerin oldukça farklı olduğunu görünce, kendisi de bir metin tesis etmiştir. Onun metni, A. N. Kononov tarafından yayınlanmış, Türkçeye de nakledilmiştir.  Ben bu metni iyice kafa karıştırmamak adına vermedim. Ancak Ebulgazi Han, Oğuz Han’ın Nuh Peygamber’e kadar olan neslini farklı anlatıyor. Bir göz atalım:

Atil ve Yayık boyuna giden Yafes’in sekiz oğlu vardı: Türk, Hazar, Saklab, Rus, Menek, Çin, Kemari ve Tareh. Yafes ulu oğlu Türk’ü yerine geçirdi; Türk’e Yafesoğlanı derler. Issık göl etrafını beğendi, orada keçeden evini kurup oturdu. Türkler arasındaki birçok adetler ondun kalmıştır. Türk’ün dört oğlu vardı: Tütek, Cigil, Barscar ve Emlâk. Türk öleceği zaman Tütek’i yerine bıraktı; Tütek, akıllı, devletli ve iyi bir padişah idi; Türk içinde çok adetlerı o yarattı. Acem padişahlarından Keyümers ile çağdaş idi. Bir gün ava çıkar, geyik öldürüp kebap edip yerken bir dağram et yere düşer. Onu alıp yediğinde ağzına daha hoş gelir; orası tuzlak imiş. Aşa tuz salmasını o çıkardı. Ondan sonra oğlu Amılca, sonra oğlu Bakuy Dîb Han geçti. Dîb’in manası tahtın yeri, Bakuy’unki de "il ulusu” demektir. Sonra oğlu Kök Han geçti; Ölünce oğlu Alınca, Han oldu. İki oğlu vardı, birisi Tatar, birisi Moğol. Atası yaşlandığında yurdunu ikiye bölüp iki oğluna bölüştürdü. Tatar ve Moğol her ikisi de kendi ülkelerinde padişahlık ettiler.

Moğol Han’ın dört oğlu var idi: Ulusunun adı Kara-han, sonra Kür-han, Kır-han ve Or-han. Moğol Han’dan sonra, büyük oğlu Kara-han başa geçti; Kara-han Ortak ve Kürtak’ta yaylar idi. Bu zamanda ona Uluğ-Tağ ve Kiçik-Tağ derler. Kış olunca Sır suyunun ayağında ve Karakum ve Borsuk’ta kışlar idi.
Karahan’ın Uluğ hatunundan yüzü ay-günden parlak olan bir oğlu dünyaya geldi. Üç gece gündüz anasını emmedi. Her gece o oğlan anasının düşüne girip derdi: "Ey ana, iman et, eğer etmezsen, ölecek olsam bile senin memeni emmiyeceğim”.

Anası oğluna kıyamadı ve Tanrı’nın birliğine iman getirdi. Ondan sonra o oğlan memesini emdi; Anası gördüğü düşü ve iman ettiğini kimseye söylemedi. Çünkü Türk halkı Yafes’den Alınca Han’a kadar Müslüman idiler; Alınca Han padişah olduktan sonra Tanrı’yı unuttular, bütün halk kafir oldu. Kara-han zamanında da sıkı kafir idiler; baba oğlunun Müslüman olduğunu bilse onu öldürürdü. O zamanda oğlan bir yaşına gelince adı konurdu. Karahan ile boya haber salıp bir ulu toy yaptı. Karahan beylerine oğluna bir ad verilmesini istediğinde beyleri cevap vermeden oğlan "Benim adım Oğuzdur” dedi.

Görüldüğü üzere burada Oğuz Kağan’a kadar silsile

1-Nuh   2-Yafes   3-Türk   4-Tütek  5-Amılca Han  6-Bakuy Dib   7-Kök Han   8-Alınca Han   9-Moğol Han 10-Kara Han   11-Oğuz Kağan…

Bu silsile doğru ise, o dönemlerde Din hususlarının imkanlar sebebiyle yazılıp çoğaltılamayacağı ve ancak kulaktan kulağa aktarılabildiği de hesap edildiğinde; 10 nesilde bir bozulma söz konusu olabilir…

Yine bu anlatı şu bakımdan da önemli: Oğuz Kağan ile Hz İbrahim’in çağdaş olduğunu öne süren kaynaklara göz atacağız. Zira bu silsile ile Hz İbrahim’in Nuh Peygamber’e bağlantısı uyuyor. Hz İbrahim’in Nuh Peygamber’e kadarki soyu, kutsal kitaplardan alınan hali ile şöyledir.

1-Nuh   2-Sam   3- Arpakşat   4- Şelah    5-Ever   6-Peleg    7-Reu   8-Seruk    9-Nahor   10-Terah   11-Hz İbrahim…

Gördüğünüz gibi 2 silsile tutuyor. Bu konuya girmişken Hz İbrahim ile Oğuz Kağan arasındaki ilişkiyi ve yine alakalı olarak Zülkarneyn meselesini irdeleyelim……

Oğuz Kağan’ın Hz İbrahim döneminde yaşamış olduğunu iddia edenlerden birisi Joseph Von Hammer-Purgstall.

Yine Hasan el-Bayati, yazdığı Cam-ı Cem Ayin kitabında Oğuz Kağanının İbrahim Peygamber döneminde yaşadığını, Allah’ın birliğine inandığını ve bu konuda babası Kara-Han ile savaştığını iddia eder.

Vani Mehmet Efendi; Oğuz Kağan’ın Hz İbrahim’in dinini yaydığını söyler.

Neşri’nin kitabı Cihannuma’nın 1. Cildinde: ‘’Etrak şöyle zu’m iderlerdi ki; Hakk Sübhanehu ve Te’ala Kelam-ı Kadim’inde zikr itdügi Zü’l-karneyn bu ola dirlerdi’’ der…

Endoneya’da; oraya deprem sırasında yardıma giden Türklerden ‘Zülkarneyn’in torunları’ diye söz edildiğini de medyadan gördük.

Peki Kuran-ı Kerim’de Zülkarneyn ile ilgili ayetler neler ve Zülkarneyn ne demek :

Adı Kur'ân'da geçer. Allah ondan övgü ile bahsetmiştir. Peygamber mi, yoksa veli mi olduğu ihtilâf konusu olmuştur.

Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü ve karneyn kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Zü, sahip ve malik demektir. Karn ise, boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. (el-Firuzabadî, el-Kamusu'l-Muhît, Kahire 1332, IV, 257 vd).

Zülkarneyn'in adı Kur'ân'da üç âyette geçmektedir:

"(Ey Muhammed), sana Zülkar neyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım. Biz yer yüzünde onun için sağlam bir mekan ve orada istediği gibi hareket edeceği yönetim hürriyeti hazırladık ve kendisine (muhtaç olduğu) her şeyden bir sebep verdik (ulaşmak istediği herşeye ulaşmanın yolunu, aracını verdik). O da (kendisini batı ülkelerine ulaştıracak) bir yol tuttu. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, onu, kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir kavim buldu. Dedik ki: Ey Zülkarneyn, (onlara) ya azab edersin veya kendilerine güzel davranırsın (onları güzellikle yola getirirsin. Nasıl istersen öyle yaparsın). Dedi: Kim haksızlık ederse, ona azap edeceğiz, sonra o, Rabb'ine döndürülecektir. O da ona görülmemiş bir azab edecektir. Fakat inanıp iyi iş yapan kimseye de en güzel mükâfat vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz (kolay işler yapmasını emrederiz, zor işlere koşmayız onu). Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu, öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlara güneşin önünden (korunacak) bir siper yapmamıştık. İşte (Zülkarneyn) böyle (yüksek bir mevkie ve hükümranlığa sahip) idi. Onun yanında (daha) nice (hükümranlık) bilgisi (tecrübesi ve vasıtası) bulunduğu biz biliyorduk. Sonra yine bir yol tuttu. Nihâyet iki sed arasına ulaşınca, onların önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu. Dediler ki: Ey Zülkarneyn, Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi? Dedi ki: Rabb'imin beni içinde bulundurduğu (mal ve mülk, sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Siz bana insan gücüyle yardım edin de, sizinle onlar arasına sağlam bir engel yapayım. Bana demir kütleleri getirin. (Zülkarneyn) iki dağın arasını (demir kütleleriyle doldurup dağlarla) aynı seviyeye getirince, üfleyin dedi. Nihâyet o demir kütlelerini bir ateş haline koyduğu zaman; getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim, dedi. Artık (Ye'cuc ve Me'cuc) onu ne aşabildiler ne de delebildiler. (Zülkarneyn) dedi: Bu, Rabb'imden (kullarına) bir rahmettir. Rabb'imin va'di ge(lip Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkması, yahut kıyametin kopması gerek)diği zaman, onu yerle bir eder. Şüphesiz, Rabb'imin va'di gerçektir" (el-Kehf, 18/83-98).

Bazı alimlerin rivayetine göre, Yahudilerden birkaç kişi, Hz. Muhammed (s.a.s)'e gelerek Zülkarneyn'in kim olduğunu sormuşlar. Bunun üzerine bu âyetler nazil olmuştur (en-Nisâburî, Esbâbu'n-Nuzûl, Mısır 1968, 75).

Diğer bir rivayette ise, Mekkeliler kitap ehli olan Yahudilere adam gönderip Hz. Muhammed (s.a.s)'i çetin bir sınavdan geçirmek için, birkaç soru hazırlayıp göndermelerini istemişlerdi. Onlarda şu üç şeyden sormalarını tavsiye etmişler: Ruh, Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn Bunun üzerine ilgili âyetler inmiştir (et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Mısır 1373, XVI, 7).

Yukarıda meâli sunulan âyetlere göre, Zülkarneyn'in bazı özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür. Zülkarneyn, üstün yeteneklere, geniş kudret ve imkanlara sahipti. Bilgili, kültürlü, dünya coğrafyasının önemli bir kısmını bilen ve ilâhî yardıma mazhar olan bir kişiydi. Zalimlere hadlerini bildiren, onları cezalandıran, ahiret gününe kesin bir şekilde imân eden, ona göre hareket eden ve iyi ahlaklı dindar toplumları himâye eden bir zattı.

Zülkarneyn, Hakk'a karşı teslimiyet gösterir, her şeyi ilâhî emrin istikâmetine çevirmeye çalışırdı.

Hz. Ali'ye göre Zülkarneyn ne bir nebi, ne de bir kraldı. Fakat Allah'ın salih bir kulu idi. Allah onu sevmiş ve o da Allah'ı sevmişti (İbn İshâk, Kitabu'l-Mübtedâ ve'l-Meb'as ve'l-Meğazî, thk. Muhammed Hamidullah, Mağrib 1976, 185)

Burada Oğuz adının kökenini de irdeleyelim. Şu an sadece Türkiye değil Dünya’nın da en önemli tarihçilerinden sayılan Prof. İlber Ortaylı, Oğuz adının, eski Türkçede Boğa manası ile kullanılan, Güç simgesi Öküz kökünden geldiğini söylemektedir. Buna bir çok kaynak da destek olmaktadır. Zülkarneyn’in 2 boynuzlu manasına da geldiği, 2 asırı gören manasına da geldiği söylenmektedir ki; Oğuz Kağan hem 130 yıl yaşadığı rivayeti ile hem de Öküz kökenli adı ile bu noktada Zülkarneyn ismi ile uyuşmaktadır. Tüm Dünyaya hakim olması ve Hak Din’i benimsemesi hasebiyle de, Zülkarneyn bilmecesine en yakın adayın Oğuz Kağan olduğunu söyleyebiliriz.

Yine şu an Çin topraklarında bulunan Beyaz Piramitlerde Oğuz Kağan ile ilgili yazıtlar olduğu ve burada Oğuz Kağan’ın iki boynuzlu bir miğferinin görselinin olduğu iddiaları gün ışığına çıkarılmalıdır.

Hz. Zülkarneyn’in, Hz. İbrahim ile tanışık olduğu ve onun Hz. Hızır ile teyze çocuğu olduğu düşünüldüğünde, yine ortak noktalar tespit edilmektedir.

Hızır Peygamber’in kim olduğu da tam bir muamma olmak ile birlikte, onun Oğuz Kağan’a yol gösteren kişilerden Ulu Türk veya Yuşı Khoca olduğu iddiaları da fazladır.

Bu konular çok derin ve ayrıca incelenecek içeriklere sahiptir. İleride detaylandıracağız. Zülkarneyn’in kim olduğu konusunda tek alternatif Büyük İskender’dir. Ancak ne set yapmış, ne imanlı birisi olmuş; ne de yaşadığı devir itibariyle Hz İbrahim ile çağdaş olamayacak olması sebebiyle (M.Ö. 300) Zülkarneyn olması pek mümkün görünmemektedir. Keza Büyük İskender tüm dünyaya hakim olamamıştır, hatta bugünkü Karadeniz bölgesine bile tam hakim olamamıştır.….

Tabi yazdıklarımız ve Oğuz Kağan-Zülkarneyn ilişkisi kesinlik arz etmez. Lakin irdelenmeye değer ortak noktalar mevcuttur. Ve tabi ki en doğrusunu Allah bilir.

Hz İbrahim döneminde Lud Kavmi yok olmuş, Nemrud büyük bir imparatorluk kurmuş idi. Bu dönem ve devlet olgularının iyi incelenmesi gerekir.

Bu konuda bir başka iddiada Orhun Yazıtlarında geçen Bilge Kağan konusudur. Bilge Kağan yazıtlarında ;

Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit. Bilhassa küçük kardeş yeğenim, oğlum, bütün soyum, milletim, güneydeki Şadpıt beyleri, kuzeydeki Tarkat, Buyruk beyleri, Otuz Tatar, ... Dokuz Oğuz beyleri, milleti! Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle: Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tâbidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı. Güneyde Dokuz Ersin'e kadar ordu sevk ettim, Tibet'e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapıya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere kadar yürüttüm. Ötüken ormanından iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş……

İbareleri geçmektedir…. Bilge Kağan yazıtlarının tarihi kimilerine göre M.S.700 kimilerine göre ise çok daha eskidir.

Hem bu Orhun Yazıtlarının tarihinin netleştirilmesi, hem Beyaz Piramitlerin gün ışığına çıkarılması hem de kayıp olan Uygur Oğuzname’sinin parçalarının bulunması konuyu aydınlatabilir. Şu an için ise sadece tahminlerimizi ilettik.

Son olarak Oğuz ve Türk boylarına göz atalım:

Oğuz boyundan evvel EbulGazi Han’ın Türk boyları ile ilgili verdiği bilgiyi aktaralım:

Kanlıklar: Oğuz Han oğulları Türkmen boylarına ayrılmışlardı. Bunlardan büyük bir kol Kanlıklardır. Bunların daha sonraki soyları Harzemşahlar Devleti olarak görülürler.

Karlıklar: Moğolistan'ın yüksek dağlarında yaşayan Türkmenlerdir.

Uygurlar: Uygur demek yapışan, birleşen demektir. Yüz yirmi oymaktan meydana gelmişlerdir. Hakanları, halka can veren manasına İdi-Kut'dur.

Kırgızlar: Oğuz Hanın Kırgız adlı oğlunun adım almışlardır. Hanlarına İnal denirdi.

Tatarlar: İlk defa yetmiş bin aile idiler. Bir çok uyruklara ayrılıp çoğaldılar. Özbekler bunlardandır.

Oynatlar: Hekimliği icat eden Uruk'tur. Hakanları Kotaka Bağ'dır.

Naymanlar: Pamir ve Kara-Kurum asıl yurtlarıdır, Çin Şeddi bunlar zamanında yapıldı.

Oğuz soyundan Ergenakon da türeyen İnis ve Negüz'dür. Bunlardan türeyen ve dünyaya yayılan Moğollar, Merkitler, Kongartlar, Karanotlar, Korlaslar, Konkomarlar, Kilkitler, Baydaylar, Kışlıklar, Çüveyratlar, Babaotlar, Celayirler, Akkoyunlar, Karakoyunlar, îldorkitler, Eratlar ve Aralotlardır.

Ebülgazi Han’ın eserinde, Gün Han’dan sonra, oğlu Kayı’nın geçtiği yazılıdır. Reşideddin ise bunu belirtmeyip, doğrudan Dib Yavkuy Han’ı başa geçiriyordu. Biz, Reşideddin’deki bu durumu, doğrudan zamanın bir etkisi olarak yorumlamış idik. Çünkü Reşideddin’in eseri kaleme alındığı yıllarda (XIV. yüzyıl başları) Kayılar Anadolu’nun batı yakasında etkili bir konumda bulunuyor ve İlhanlı Devleti’ne problem olabiliyorlardı.

Ebülgazi Han’ın eseri, XVII. yüzyıl ortalarında kaleme alınmış olmakla birlikte, bir yandan XIV. yüzyıl başlarının bilgilerini içerirken, öte yandan da Uluğ Bey’in eserindeki bilgilerden de etkilenmiş bulunmaktadır.

Oğuz Boyları

Bozoklar

1. Gün-Alp/Gün-Han: Sembolü Şâhin.

Oğulları:

a) Kayıg/Kayı-Han:

“Sağlam, berk” anlamındadır. Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Osmanlı sülâlesi bu boydandır. Kayı Boyundan Ertuğrul Gâzi ve her biri birer müstesnâ şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han neslinin kıymetini göstermeye kâfidir.

b) Bayat:

“Devletli, nîmeti bol” anlamındadır. Maraş ve çevresine hâkim olan Dulkadiroğulları, İran’da Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar, Maku ve Doğubeyazıt hanları, Kerkük Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır. Dede Korkut kitabını 1480’de Hicaz’da yazan Tebrizli Hasan ve meşhûr şâir Fuzûlî bu boydandır.

c) Alka-Bölük/Alka-Evli:

“Nereye varsa başarı gösterir” anlamındadır. Türkiye ve Âzerbaycan’daki Alaca, Alacalılar adı taşıyan yerler bu boyun hatırasıdır.

d) Kara-Bölük/Kara-Evli:

“Kara otağlı (çadırlı)” anlamındadır. Karalar ve karalı gibi coğrafî yer adları bunlardan kalmadır.

2. Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü Kartal.

Oğulları:

a) Yazgur/Yazır:

“Çok ülkeye hâkim” anlamındadır. Ab-Yabgu devrindeki Yenibent Yabguları, Batı Türkistan’daki Cend Emirleri, Kara-Daş denilen Horasan Yazırları, Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki Azgur-Et (Azgur Yurdu) Kalesi, Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu, Toroslardaki Gündüzoğulları Hanedanı bu boydandır.

b) Tokar/Töker/Döğer:

“Dürüp toplar” anlamındadır. Yenikentli Vezir Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek, Suruç arasında hâkim eski Caber Beyleri, Memluklar devrinde Halep Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü Mardin-Urfa arasında yirmi dört oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi doğusundaki Saka Boyu Takharlar; Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve Malatya’nın Tokharis bucağı, Dağıstan’daki Digor ve Kars ve Arpaçay sağındaki Digor kazası bu boydan hatıradır.

c) Totırka/Dodurga/Dödürge:

“Ülke almak ve hanlık yapmak” anlamındadır. Sivas doğusundaki Tödürgeler bu boydandır.

d) Yaparlı:

“Misk kokulu” anlamındadır. Zaza Çarekliler ve misk ticareti yapan Yaparı Oymağı bu boydandır. Yaparı Oymağının Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin mihrap duvar harcına bu güzel ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş kokmaktadır. Diyarbakır ve Kırım’da hatıraları vardır.

3. Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sembolü Tavşancıl.

Oğulları:

a) Avşar/Afşar:

“Çevik ve vahşî hayvan avına hevesli” anlamındadır. Hazistan Beyleri, Konya’daki Karamanoğulları, İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve hanedanı, Ürmiye ve Horasan Afşarları bu boydandır.

b) Kızık:

“Yasakta pek ciddi ve kuvvetli” anlamındadır. Gaziantep, Halep ve Ankara çevresindeki Kızıklar, Doğu Gürcistan’da ve Şirvan batısındaki ovaya Kızık adını verenler bu boydandır.

c) Beğdili:

“Ulular gibi aziz” anlamındadır. Harezmşahlar, Bozok/Yozgat-Raka/Halep çevresindeki Beğdililer, Kürmanç Badılları bu boydandır.

d) Karkın/Kargın:

“Taşkın ve doyurucu” anlamındadır. Akkoyunlu-Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay bölgesindeki Kargunlar, Doğu Anadolu ve Âzerbaycan’daki ilkbaharda eriyen karların suları ile kopan sel ve su kabarmasına da Kargın/Korkhun denilmesi bu boyun adındandır.

Üçoklar

1. Gök-Alp/Gök Han: Sembolü Sungur.

Oğulları:

a) Bayundur/Bayındır:

“Her zaman nîmetle dolu yer” anlamındadır. Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir.

b) Beçene/Beçenek/Peçenek:

“İyi çalışkan, gayretli” anlamındadır. Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına geçen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oymaklarından Peçenekler bu boydandır.

c) Çavuldur/Çavındır:

“Ünlü, şerefli, cavlı” anlamındadır. Türkmenistan’da Mangışlak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oymakları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir.

d) Çepni:

“Düşmanı nerede görse savaşıp hemen çarpan, vuran ve hızlı savaşan” anlamındadır. Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen Oymağı Çepniler bulunmaktadır.

2. Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü Uçkuş.

Oğulları:

a) Salgur/Salur:

“Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş görür” anlamındadır. Kars ve Erzurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabegleri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır.

b) Eymür/Imır/İmir:

“Pek iyi ve zengin” anlamındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli ve Halep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır.

c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu:

“Alaca atlı, hayvanları iyi” anlamındadır. Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır.

d) Yüregir/Üregir:

“Daima iyi iş ve düzen kurucu” anlamındadır. Orta Toros ve Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır.

3. Deniz Alp/Deniz Han: Sembolü Çakır.

Oğulları:

a) Iğdır/Yiğdir/İğdir:

“Yiğitlik, büyüklük” anlamındadır. İçel’in Bozdoğanlı Oymağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır.

b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz:

“Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder anlamındadır. Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medîne’ye varan), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Botanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüzyıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır.

c) Yıva/Iva:

“Derecesi hepsinden üstün” anlamındadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12. yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlıları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır. Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir.

d) Kınık:

“Her yerde aziz, muhterem” anlamındadır. Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır.

Özetle arkadaşlar;

1- Oğuz Kağan hakkında 2 versiyon vardır. Oğuz Kağan'ın babası ile harp ettiği iddiası Uygur Versiyonunda geçmemektedir. Eğer olsa idi geçerdi bence. Böyle bir savaş olmamış olabilir. Bu en kuvvetli ihtimal. Zaten Oğuz Kağan'ın Mete Han olduğu iddiası da bu ortak noktadan geçmektedir. Belki de Reşidüddin Mete Han ile Oğuz Kağan'ı karıştırmış olabilir. Çünkü tekrar ediyorum, böyle önemli bir savaş (75 yıl sürmüş hatta) neden diğer versiyonda hiç yok! Önemli bir soru.

2-Oğuz Kağan'ın yaşadığı devir, İbrahim Peygamber zamanı olabilir. Ama direk Yafes'in torunu olma ihtimali mantığa aykırı. Bu yaşadığı devir ile ilgili en net cevap, ancak Uygur Versiyonunun eksik parçaları bulununca cevaplanabilir.

3- Oğuz Kağan Afrasyab Alper Tunga ilişkisine gelince;

Afrasyab çok büyük ihtimalle Alper Tunga'dır. Oğuz Kağan Alper Tunga mıdır sorusuna ise net cevap vermek zor. Benzerlikler vardır (Mısır ve Batı'ya seferleri gibi) Ancak İran kaynaklarında Afrasyab öldürülüyor, Oğuz Kağan ile ilgili ise böyle bir görüş yok. Ya öldürülen Afrasyab değil onun çocuklarından ya da torunlarından biri (Ki Alper Tunga İran Destanına göre 4 nesille de savaşmış görünüyor.) ya da Alper Tunga Oğuz Kağan değil.

4-Oğuz Kağan Mete Han mı? Bence değil. Çünkü görünen Oğuz Kağan daha eskiden yaşamış ve Uygur Versiyonunda babası ile savaşın sözü bile geçmiyor. Aynı zamanda Mete Han'ın 6 çocuğu olduğu iddiası yoktur. Yine Mete Han'ın Mısır veya Avrupa fethi yoktur. Bu fetihler Mete Han'dan sonradır. Dolayısı ile Oğuz Kağan ve Mete Han  ayrı kişiliklerdir.

Bir ihtimal Reşidüddin; Hun ve Göktürk tarihlerini birleştirerek, geniş bir Oğuzname hazırlamış gibi duruyor. Bence bu sebeplerle en sağlıklı sonuç; yine Uygur Versiyonu'nun eksik nüshalarının bulunması ile beyaz piramitler meselesinin aydınlatılmasına kalıyor.

Sayfa Bülteni

Soru ve görüşleriniz için yorum yapın: