Mahmut Akyol Yazdı; Eğer Duanız Olmasaydı -3

Mahmut Akyol│Aralık 03, 2016
Eğer Duanız Olmasaydı -3

İnsanlığın öldüğü bir zamanda “DUA”dan bahsetmek zoruma gitse de yazacağım. Belki bu sözler, “ÜMMETİN” acısına duyarsız kalanlara bir uyarı olur!

Gelelim konuya:

Fatiha Suresinin diğer bir adı da “Ümmül Kitap” tır. Fatiha, “açan” anlamına da gelir. Fatiha hem Kur’an-ı açar ve hem de Kur’an’a analık eder. Yani Kur’an Fatiha’dan doğar. Ana (toprak) olması sebebiyle de, insanlığın en temel sorununa çözüm getirir.

Kur’an’da bir şey aramak isteyenler önce; Fatiha’ya gitmelidir. Fatiha’yı anlamayanlar, Kur’an’da bir şey bulamazlar! Bu sebepledir ki Müslümanlar, günde kırk defa Fatiha’yla buluşturulur, günde kırk kez Kur’an’a döndürülür.

Niçin?

Yalnız Allah’a kul olmak ve yalnız Ondan istemek için…
Bizi doğru yola ilet demek için…

Nimet verdiklerinin yoluna ilet ve gazaba uğrayanların yoluna iletme demek için. (1/5–7)
Eğer Müslümanlar, Kur’an’ın başında yer alan bu ilk ayetleri hakkıyla anlasa ve yaşamlarına soksalardı, başlarındaki belaları büyük ölçüde yok etmiş olurlardı.

Şimdi Müslümanlar, Fatiha’yı anlamayı bırakmış Bakara 201, İbrahim 41 ayetleriyle meşgul olmaktadırlar.

Daha önce dua ile kader ilişkisinden, kaderin temelindeki “Adalet, hakkaniyet ve hikmetin” ne anlama geldiğinden söz etmiştim.

Emevi kader anlayışının, Brahman  “kast” sistemi ve Roma “Stoacı kader” anlayışından farksız olduğunu, her üçünün de benzer sonuçlar doğurduğunu, insanların seçme özgürlüklerine hiç tolerans göstermediklerini, itiraz ve inkâr edenleri en şiddetli şekilde cezalandırdıklarını, yaşamlarına son verdiklerini, kimini diri diri yaktıklarını ve kimini de diri diri torağa gömdüklerini anlatmıştım.

Bu düşman anlayışlar, vahşetlerini hala sürdürmektedirler. Myanmar’da Hindular, Suriye’de, Irak’ta İngilizler, ABD, Koalisyon Güçleri, Rusya, İran ve yerli işbirlikçileri, Filistin’de İsrail’ in yaptıkları mezalim kan donduruyor…

Hâlbuki daha yedinci asırda Şam Emevi Devletinin başında bulunan Muaviye’ye Hasan-ı Basri:

“İşlediğiniz zulümler kendi ellerinizle yaptıklarınızdır. Bunların kaderimiz olduğu görüşü batıldır. Allah zulmedenleri sevmez…” Demişti.

Kur’an-ı Kerimde buna dayanak şu ayetler gösterilebilir.

“Kaderiniz kendi elinizdedir.” (36/19).
“Herkesin kaderi kendi boynuna dolanmıştır” (17/13)
“Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez ve (bilin ki) Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir.” (8/53)
Buradan çıkardığım sonuç şudur:

Dua, hayatı düzgün yaşamaktır… Dua namazdır, oruçtur, hacdır, zekâttır, sadakadır… Dua doğanın, havanın, suyun, güneşin ve toprağın başkasına ait olan kısımlarını gasp etmemektir… Dua açları doyurmak, mazlumu korumak, zalimin yüzüne hakkı söylemektir… Dua, ahlaksızlığın kol gezdiği yerde ahlaklı kalabilmektir…

Yoksa dua, bir odanın izbe bir yerine çekilerek, tespih çekmek değildir.

İnsanların içinde en güzel duayı peygamberler yapmıştır. Onlar zalimin yüzüne karşı söylemiş, tek oldukları zamanlarda, Allah’ın yardımının hep yanlarında olduğuna inanmışlardır. Bu sebeple kendilerini çok güçlü görmüş, her ortamda düzene, zulme ve zalime adalet içinde meydan okumuşlardır.

Şimdi gelelim bugüne:

Bugün Müslümanlar Allah’a inanıyor görünseler de, hakkıyla güvenmiyorlar.

Nasıl yani diyeceksiniz?

Şöyle:

Müslümanlar Allah’ı emir erleri gibi, işlerini gören bir işçi gibi, hazinelerinin başında duran bir veznedar gibi, hudutları bekleyen bir asker gibi, başları sıkıştığında imdatlarına koşacak bir muhafız gibi, bir hasta bakıcısı, bir şifa dağıtıcısı gibi görüyorlar.

Allah’a böyle inanılmaz! Ona, İhlas Suresinde ve Fatiha’da ki gibi inanılır! Mülk Allah’ın olduğuna göre, sen de mülkün bir parçası olduğuna göre, Ona inanmanın ötesinde güven duyacaksın.

Hâlbuki ırkçı Siyonistler gibi Allah’tan olur-olmaz şeyler istenmez! Allah adaleti gereği, herkese eşit mesafededir. Dünyada muvaffakiyeti Allah akla ve çalışmaya bağlamış, Ahireti de yukarıda ifadeye çalıştığım imana bağlamıştır. Yoksa Dünyada Müslüman olmanın bir avantajı yoktur.

Duaya yeniden dönelim.

Allah’ın bilgisi dışında bir şeyin var olması mümkün değildir. Tevhit inancı budur. Allah’ın katılmadığı hiçbir şey meydana gelmez. Biz Onun yaptıklarına müdahale edemeyiz, fakat yaptıklarımızı biz Onunla birlikte yaparız. Buna rağmen kul, yaptıklarından sorumludur. Allah, kulunu davranışlarında mecbur bırakmadığı gibi, keyfi de bırakmamıştır. Yani kimse başıboş değildir.

Bu bakımdan insana, “Cüz’i İrade” fantezi olsun diye verilmemiştir. Bu irade insanı, dünya işlerinde sorumlu tutmak içindir. Akıl (irade) insana yol gösterir. Akıl dünyada kullanılmak ve tercihini yapmak için verilmiştir.

Eksik taraflarıyla “dua” bahsini burada bitirmiş bulunuyorum.

Öz eleştirime gelince:

Ömrüm boyunca düşüncelerimi kimseye dayatmadım, kimseyi şablonuma uymuyor diye ötekileştirmedim, doğruyu ancak ben bilirim demedim, gök kubbenin altında çok sözün söylendiğine ve daha söylenecek çok sözün olduğuna hep inandım. Dua için söylediğim sözlerden çok daha güzel ve etkili sözlerin olabileceğini peşinen kabul ettim.

Özet olarak bu yazıda söylemeye çalıştığım şudur:

Duayı doğru yapmalı… Uçtu/kaçtı ya boğmamalı… İslam’ın hareket alanını daraltmamalı… İş yapmaktan, üretmekten, paylaşmaktan kopmamalı… Duanın tılsımına kapılmamalı… İslam denilince akla hep gül kokulu Kur’an, tarikatların eline düşmüş peygamber gelmemeli… Din ve dua birilerine geçim temin etmemeli… Peygamberi, insanüstü varlık ve bulutların üstünde gezen bir pir-i fani olarak düşünmemeli…

Gönlümden dilime döküldüğü şekliyle anlatmak istediğim dua, bir yönüyle hep şöyle olmuştur:

Dua, yaratanla yaratılan arasında gidip/gelen metafizik bir gerilimdir.

Buna göre:

İstenecek şeyler O’ndan istenir. Çünkü mülk O’nundur, muhtaç olan kuldur. Gönülleri genişleten ve darlaştıran O’dur. Çünkü güç ve kuvvet O’nundur. Üzerimizde hakkı olanlara rahmet edecek O’dur. Bizi kendisiyle beraber yürüten, saf bir yürek temizliği içinde yaşatan O’dur. Çünkü Ahad (BİR), Samet (BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜN), Vedud (SEVGİ VE MERHAMETİ SONSUZ), doğmamış, doğurmamış olan O’dur.

Hamd Ona, Salat Resulüne…

Mahmut Akyol

Yorum Yaz

Yorumunuz

Sayfa Bülteni

Soru ve görüşleriniz için yorum yapın: