Mahmut Akyol Yazdı; Eğer Duanız Olmasaydı -2
Mahmut Akyol│Kasım 24, 2016
Eğer Duanız Olmasaydı -2
Bu satırları yazarken bir dostuma, “Benimki yaptığım havanda su dövmek… Hırs ve cehalet sebebiyle insanlar birbirlerini görmezken, duymazken ve anlamazken benim yazımın ne hükmü olur?
Baksana bir iktidar uğruna nice masumların hakları yeniliyor, Müslüman beldeler viran… Yıkılmış binaların enkazları arasından çocuk cesetleri çıkarılırken, benimki de iş mi san ki?
Batsın bu iktidar hırsı, batsın bu tiranlık, batsın tefecilerin hakimiyet alan savaşı…” Dedim.
Benim ülkemde laiklik adına yaşayan kesimler; “Acaba davranışlarımızla, dindar kesimlerin hayat alanına müdahale ediyor ve dinsizlik görüntüsü mü sergiliyoruz?”
Yahut dini kesimler; “Acaba biz gerçekten din istismarı içinde bulunuyor ve Seküler kesimlerin yaşam alanına müdahale mi ediyoruz?”
Bakıyor ve hayret ediyorum… Bu soruları kimse kendine sormuyor ve kedini sorgulamıyor!
Bazı dini çevreler bilgisizlikleri gereği Cumhuriyete, Atatürk’e, Laikliğe; Seküler Laik çevreler de hala Din, İslam, Şeriat konularında ön yargılı ve şaşı… Hala kimse ciddi bir okuma, anlama, araştırma sürecine girmiş değil…
Görülüyor ki, hala bu ülkede sağırlar diyalogu yaşanıyor. Kimse kimseyi dinlemiyor ve kendisiyle yüzleşme cesareti göstermiyor. Bu tutum ülkeye çok şey kaybettiriyor. Kaybettirmeye de hala devam ediliyor.
Milletin örgütlenmiş basireti ve ortak gücü devletin birçok alanı, mayın dolu bir tarlaya benziyor. Ha patladı ha patlayacak intibası, ülkenin uykuları kaçırtıyor… Bir patlasa diye sevinenler olduğu gibi, patlamasın diye canını dişine takanlar da çok şükür azımsanmayacak kadar…
Daha önce duanın sadece elin semaya açılması olmadığını, gece/gündüz hayatın içinden yapılan davranışlar (ibadet) olduğunu söylemiştim. Yani dua, kal ile (sözle) değil, hal ile (özle) yapılmalıdır demiştim. Bu söz bana ait değil, ehlivukufa ait.
Şimdi, duadaki bu ince ayarın niçin tutturulamadığı üzerinde durmak istiyorum.
Önce anlaşalım…
Dua, bir günahın itirafı, kişisel bir tedavi ve rahatlama yöntemi değildir. Dua, aklı kullanarak yaşamın atardamarlarına girmektir.
Duanın “kader” anlayışıyla sıkı bir münasebeti vardır.
Fakat dua, bugünlere kadar Emevi kabileci ganimet düzen anlayışı içinde, “cebri” usullere dayalı olarak yapıla gelmiştir.
Bu dua anlayış terk edilmelidir.
Yani Hayatta olup/biten her şey, bizim yazılmış kaderimiz (!) değildir. Bu kaderi bize takdir eden Allah değildir. Allah’ın yazdığı bu kadere (!) karşı gelmek büyük günahtır değildir. Bu yazgı değiştirilemez değildir.
Bu yanlış düşünceden kurtulmak gerekir..! Böyle saçma bir itikat savunulamaz! Allah’a hakaret edilemez ve insan iradesi hiç sayılamaz!
Yazıklar olsun ki, Emeviler döneminden beri Müslümanların, kader anlayışı ve buna dayalı olarak yapılan duası böyle olmuş, böyle devam ettikçe de Müslüman geçinenlerin başları beladan bir türlü kurtulmamıştır!
Kabul edilmelidir ki, Emevi kader anlayışının içi boştur. Bu anlayış içindeki İnsan sorumsuzdur. İnsan bu anlayış içinde işlerini havale ve başka taraflara gönderme yoluyla yapma kolaycılığına girmiştir. Böyle olunca da sorumluluk Allah’a yüklenmiştir. Halbuki Müslümanların “maslahat” yapmak gibi bir sorumluluğu vardır. Sadece “Allah belasını versin!” demekle, işin içinden sıyrılmaya çalışmak İslam inancına terstir.
Mesela İstanbul’un fethi sırasında; “Hünkarım! Allah’ın inayeti ve bizim de dualarımız sayesinde zafer mukadder oldu” diyen Hocasına Fatih, kaftanının altındaki kılıcı göstererek; “Hocam! Bunun hakkını da vermek gerektir.” demiştir.
Yine, cimri birisi şöyle dua etse; “Allah’ım beni cömert kıl.” Sizce bu yeterli mi? Bence değil. Çünkü ortada cömert olmaya ait bir çaba yok. Elindekini paylaşmayan, karşılıksız vermeyen, karşılıksız sevmeyen, karşılıksız merhamet duymayan ve yüzünde ki soğukluğu atmayan biri nasıl cömert olabilir ki?
Bizler dua (talep) ederken öyle bir kapının eşiğinde dururuz ki; O, rızık ve rızık kaynaklarını eşit şekilde takdir eder. Bize merhamet ve adaletiyle hükmeder. Onun hayata müdahale etmediği ve katılmadığı hiçbir an ve alan yoktur! Yaratması kesintisizdir! Yaratmakta yardımcısı yoktur! Ortağı yoktur! Yarattıklarının hiçbiri bir diğerine benzemez! Her şeyin başı da, sonu da Odur! Mutlak hüküm ona aittir! O, kuluna zulümkâr değildir! Zulümkâr olan kulun kendisidir! Kula düşen iş, Onu görüyor muşçasına (ihsan) yaşamaktır.
İnsanoğlu hırsın, yalanın, riyanın ve kıskançlığın esiri olduğu sürece, diğer kardeşine yürekten dua etmeyecektir! Çünkü bu şeytani duygular, kardeşi kardeşinden uzaklaştıracak, birbirini birbirine unutturacak, her ikisi de yalnızlık ve korkuya düşmekten kurtulamayacaktır.
”Allah ve melekleri peygambere destek oluyor. Ey iman edenler! Siz de peygambere destek olun, ona yürekten bağlılığınızı ifade edin.” 33/56
Burada ki destek salavat, birinin birine sevgisini bildirmesi anlamındadır. Peki, durum bu ise 1400 küsur yıldan beri ölmüş birini desteklemek ne demek olur? Muhakkak ki Allah melekleriyle peygamberini nasıl desteklediyse, sizde peygamberi öyle destekleyin, onun gittiği yoldan gidin, yürüttüğü mücadeleden ayrılmayın, onun tebliğ ettiklerini sizde sonra gelecek olanlara ulaştırın demek olur.
Müslümanlara sorunlarını çözmesi için Allah Kur’an gönderdi mi? Evet…
Kur’an’ı gönderen Allah, getiren Hz. Muhammed değil mi? Evet…
Bu konuda ve her konuda Allah’ın bilgisi, gücü ve iktidarı tartışılır mı? Hayır!
Sorunlarımızın çözümünü bir kul olarak Allah’tan istemek gerekmez mi? Evet…
İşte bunlara verilen pozitif cevaplara din dilinde dua denir.
İslami dünyanın sorunlarının temelleri “İhya” döneminde atılmıştır. Siyasete ve Hünkarın sofrasına yakın duran ulema takımı, halkın önünde biriken sorunları ortadan kaldırmak yerine, yönetimin iktidarını pekiştirmek için çalışmışlardır.
“Salat” kavramını ele alalım. Kuran’ın en temel kavramlarından biridir Salat. Bu kavram Kur’an’da 130 yerde geçer. 120 kere yardımlaşma ve dayanışma, destekleşme, 10 yerde de namaz için kullanılmıştır. Fakat bu kavram ve ihtiva ettiği anlamların tamamını ulema, hep namaza çevirmiştir. Böylece namaza gereğinden fazla yük yüklenmiş, Müslümanlar, camilere ve evlere çekmişlerdir.
Sonrasında da sokaklar boşaltılmıştır. Sokaklar hayırsıza, ipsize, hırsıza kalmış, halkın iktidara gelmesi engellenmiştir. İktidar, tefeci, vurguncu, soyguncu ve aristokrat bir zümrenin elinde dönüp durmuştur. Kısaca salat kavramı hayattan koparılmış, diğer taraftan hayatı kuşatan anlamına gelen “ibadet”, sadece “nusuk” olarak akıllara kazınmıştır.
Hiçbir devirde olmasa bile 15 Temmuz milat alınmalı, kimseye zulüm yapmadan, sağcısına-solcusuna, Türk’üne-Kürt’üne, Alevi’sine-Sünni’sine tahakküm ve baskı kurmadan bir arada yaşamayı becermeliyiz.
İşte ben bu beceriye, “DUA” etmek diyorum. Bizim asrımızın duasının bu olduğunu söylüyorum…
Bunun için tapınaklarda küllenmeye terk edilen dini anlayışımız yeniden sokağa, hayatın içine çıkarmalıyız.
Dualarımızı buna göre yeniden düzenlemeye mecburuz.
Mahmut Akyol