Mahmut Akyol Yazdı; Eğer Duanız Olmasaydı...
Mahmut Akyol│Kasım 16, 2016
Eğer Duanız Olmasaydı...
Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, hakkı batıldan, zulmü adaletten ayırmak demek olan “Furkan”, Kur’an’ı Kerimde bir suredir. Kur’an’ı Kerimin birçok suresinde iyi, güzel, doğru, hak, adalet kavramlarına sıkça yer verilir.
Furkan Suresi, Allah’ın birliğini (tevhid), bölünmez bütünlüğünü (samed), insanlıkla dinamik ilişkisini (risalet) ve yeniden dirilişini (kıyamet) anlattır. Aslında Kur’an’ı Kerimin birçok suresinde bu kavramları, sıkça görmek mümkündür. Zaten insanlığın başına gelenler de, bu kavramları yeterince anlamaması sonucdur.
Bakın sosyal hayata Allah, kendi toplumu içinden seçtiği bir insanla (peygamber) müdahale eder. Gönderilen mesajlar, aynı zamanda evrensel boyutludur. Mesela Hz. Muhammed, Kur’an’ı Kerimle hem kendi toplumunun ve hem de insanlığın sorunlarına çözümler getirmiştir.
Anlaşılıyor ki Peygamberler çözüme “mucize” ile değil, sözle başlamışlardır. Zira hiçbir Peygamber, insanların iradesine baskı yapmamış ve onları korkutmamışlardır. İnsanlara teklif etmişler, onları iradi olarak iyiye, güzele ve doğruya çağırmışlardır. Unutulan veya terkedilen “tevhid, samed, risalet ve kıyamet” konuları üzerine yeni bir hayat inşa etmeye çağırmışlardır.
Bu yazıya konu olan Furkan Suresinin son ayetinin meali şöyledir:
[İnananlara] de ki: “Dua ve yönelişiniz O’na olan inancınız için değilse, Rabbim size niçin değer versin?” [Ve inkârcılara da] de ki: “Gerçek şu ki, siz [Allah’ın mesajını] yalanladınız: artık bu [günah] yakanızı bırakmayacaktır!”
Mealin yorumundan anladığım şudur:
İnsanlar, (inananlar) birbirleriyle ilk zamanlarda ki gibi kardeş olmalıdır. Bunun için kardeşler, bir karşılık beklemeksizin birbirlerine dua etmelidir. Yani birbirini sevmelidir. Birbirine vermeli, paylaşmalı, iş ve değer üretmelidir. Eğer yürekler birbirine yakın olsun isteniyorsa, birbirine “karzı hasen” yapmalıdır… Asıl dua işte budur.
Din yoldur, din hayattır, din davranıştır. İslam Dininin diğer bir adı da, barış ve özgürlüktür. Allah katında din İslam’dır. İslam Dinine inanan Müslümandır. İslamı hayata geçirenler de mümindir.
Eğer Müslümanlar, ibadeti dar anlamından kurtarırlarsa, o zaman ibadetin hayatın her alanın kapsayan davranışlar olduğunu göreceklerdir. Değilse; dini ibadet, kitap kutsal, Peygamber dokunulmaz olarak devam edip gidecektir.
İbadet (davranışlar), özgür iradeyle yapılmalıdır. Günah bile özgürce işlenirse, günah olur. Çünkü sorumluluk, iradeyi zorunlu kılar. Aklını kullanmayanlar ise ne Allah’a, ne dine, ne Kur’an’a ve nede hayata ulaşamazlar.
Hayat yaratılmıştır. Yaratan ve idare eden görünmez güç Allah’tır. Yaratılışta herhangi bir değişiklik kıyamete kadar olmayacaktır. Olmuş olsa bile bu bizim işimiz değildir. Sadece biz, davranışlarımızı gözden geçiririz. Sadece insan bilmediği geleceğinin iyi, güzel ve doğru olması için Allah’tan talepte bulunur. Buna rağmen sonucun ne olacağını ve nereye gideceğini bilmeyiz. Bunun için cinciye, falcıya gitmeye gerek yoktur.
Yaratmakta ve yok etmekte Allah’ın ortağı ve yardımcısı yoktur. Gücünü de herhangi biriyle paylaşmış değildir. Ayrı bir varlık olarak düşünülen “Melekler”, aslında Allah’ın melekesidir. Yani Allah’ın gücüdür. Çünkü Allah, bölünmez bir bütündür. Tevhid (birleme) budur.
Bilinmelidir ki, bizi sürekli şekilde gözleyen bir güç vardır. Her şey bu gücün tasarrufundadır. Bu güç Allah’tır. Ancak biz, böyle bir güçten yardım isteriz. Her şeyi olandan istemek, duaların şahıdır! “Duanız ve yönelişiniz O’na olan inancınız için değilse, O size niçin değer versin ki” hükmü budur…
Dua, insanın kendisini bir damla su görüp deryaya karışması, sufi mistisizmden kurtularak varlığı hiçbir deneyle bilinemeyen, inkârı da mümkün olmayan gizli hakikatle vicdan üzerinden buluşmasıdır.
Kâinat kitabının içindekiler akıl ve araştırmayla okunur ve bilinir. Biz buna dua yapmak deriz. Dua, aklı zorlamaktır. Değilse dua, peş peşe dizilmiş birkaç kelimeyi tekrar etmek değildir. Namaz, oruç, hac vs. nüsuklarda bunun gibidir. Yani nusukların yapılması duadır. Bu nusuklar size yeni şeyler yaptırmalıdır. Yoksa yapılanlar sadece bir tekrardır.
Dua insanın bilinç içinde ve anlaşılır şekilde Allah ile konuşması, “Küçük Ben” in, “Mutlak Ben” le buluşmasıdır. Hz. Peygamber, hiçbir zaman duasında Allah’ta yok olmayı (fena fillah) düşünmemiş, ümmetine de tavsiyede bulunmamıştır.
Mademki Allah insana şah damarından daha yakındır, duyan, gören ve bilendir, o zaman ağdalı laflarla, bağırarak, ısmarlama yollar kullanarak dua yapmasına da gerek yoktur. Vicdanın duyması, vicdanın hissetmesi, vicdanın heyecanlanması, vicdanın coşması yetmez mi?
Kişinin vicdanı rahat olduğunda iyi, güzel ve doğru şeyler, sıkıntı duyduğunda ise yanlış şeyler yaptığı anlaşılmalıdır.
Allah kuluyla vicdanı üzerinden konuşur. İnsanlarda bu yolla Allah ile konuşur. Duayı kul, Allah’la birlikte yapar. Yani biz azmadığımız sürece O, yazmaz. O, bizim kastımıza göre yaratır ve takdir eder. Dua kulun fiilinden sonra olan hallerin takdiridir. Allah kulun yaptığı işin kastına bakarak hükmünü verir. Çok istemek, O’nu usandırmaz. Fakat isterken de haddi aşmamak gerekir.
Duanın kabul edilmemesinde iki büyük engel vardır. “Haram” yemek ve “yalan” söylemek. Dinin geliş amacı, İnsanlığı ıslah etmek, toplumu haram yemekten ve yalan söylemekten kurtarmaktır.
Denilebilir ki “Dua ve ibadet”, ümmetin hala anlamakta güçlük çektiği konuların başında gelmektedir. Dini düşüncenin her alanında olduğu gibi, dua alanında da bir yeniliğe ihtiyaç vardır. Müslümanların düştükleri yerden kalkması için bu yenilikçi evreye girmek şarttır. Yazıdaki asıl kastım da budur.
Sonuç olarak demek isterim ki:
Kişi, Peygamberlere bile verilmemiş yollarla dua etmeye kalkışmamalıdır. Eğer Ümmetin darına ve zoruna dua etmek istiyorsanız, çaresizlik içinde inleyen Müslüman ve diğer mazlum milletlerin yanında olun! Onlarla ekmeğinizi ve aşınızı paylaşın!
Sorumluluktan kaçmayın!
Benim görüşüme göre, Müslümanların sorumluluktan kaçmasının sebebi:
Dünyayı diğerleri gibi çok sevmesinden, ölmek istememesinden, tembellik ve korkaklık sergilemesindendir.
Kaybetmekten korkanların mezara götürdükleri ne ola ki?
Mahmut Akyol