Enver Paşa ve Turan İdeali
Aynı dönemlerin iki çılgın Türk'ü ve son dönem tarihinin önemli şahsiyetleri. Biri inandığı değerleri gerçekleştirerek tarihe adını altın harflerle kazıdı, diğeri gene inandığı değerler uğruna çalıştı ama gene inandığı değerler uğruna genç yaşta öldü. Biri kahraman diğeri yenik, mağlup bir general ve yüzyıla damga vurmuş bir lider.
Bahsi geçen kişiler M. Kemal ve Enver Paşa. Biri 1881 diğeri 1880 doğumlu aynı neslin ittihat ve terakki perverleri...
İki cihana hükmetmiş bir devletin artık hasta yatağında can vereceği günleri konuşurken dünya, onlar bir çağı bitirip yeni bir çağı başlatan koca çınarın nasıl tekrar dünya sahnesinde baş rolü oynayacağı idealiyle yanıp tutuşuyorlardı. Anlayışları farklı, stilleri farklı iki lider, iki komutan, iki devrimci. Dedik ya anlayışları tamamen farklı tabi ki sonları da farklı iki paşa.
Devlet-i Ali Osman için ya tamam ya devam olarak nitelendirilen bir dönemde birer birer yaprak dökümü misali topraklar kaybedilirken, düşman Edirne'ye kadar gelmişken birşeyler yapılmalı idi; ama ne?
Bu dönemde Enver, hem askeri hem de siyaseten daha aktif ve devletin kaderine yön verecek bir konumdaydı. İttihat ve terakki'nin 1913 yılında Babıali Baskını ile ele geçirdiği yönetim sonrasında Harbiye nazırı ve Başkumandan vekili olarak devletin birinci dünya savaşına girerek safını belli edip kazananların arasında yer alıp tekrar eski gücüne ulaşabileceğini ve elindeki bu fırsatı iyi değerlendirmesi gerektiğine inanarak, Osmanlı ona göre savaşa girmeliydi. Bir tarafta son asırda hep toprak kaybedilmesinde baş aktör olan dönemin emperyalist gücü İngiltere ve Rusya Çarlığı diğer tarafta da gene aynı dönemin parlayan yıldızı Almanya. Bir taraf düşman diğer taraf düşmanın düşmanı. Ya düşmana biat olup onların safında yer alacaktı ya da düşmanın belinin bükülmesi için savaşıp onun emellerine limon sıkacaktı. O general yani Enver Paşa Almanya ile ittifak edilmesinden yanaydı ve bunu da gerçekleştirdi. Devleti son bir hamle uğruna savaşa soktu.
Savaş planlandığı gibi gitmedi. Almanya kaybetti. Arap dünyası da İslamın sancağını elinde bulunduran Osmanlı'nın yerine haçın gölgesini kendine saf belleyince Osmanlı elindeki şark topraklarını da kaybetti. Fakat Anadolu yani son cephe dimdik ayaktaydı. Kaybeden tarafında olunca keybedilmeyen topraklar da kaybedildi.
Savaş esnasında bahsi geçen iki komutandan biri, M. Kemal batı cephesi yani Çanakkale'de diğeri doğu cephesinde yani rus cephesinde boy gösterdi. Gene biri kazandı diğeri kaybetti. "1877-1878'deki 93 Harbi sırasında da yerli Ermenilerin Osmanlı'ya karşı yayılmacı Rus ordularının yanında çarpıştığını ve de cephe gerisinde isyanlar çıkarttığını bilen Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa ile birlikte Ermeni Tehciri diye anılacak kararı alarak, Doğu Anadolu'daki Ermenilerin Suriye vilayetine nakledilmelerine karar verdi. Böylelikle Doğu cephesinde herhangi bir düşman kuvvetinin oluşmamasını sağladı." Allahüekber dağlarını kışın amansız şartlarına rağmen aşıp rus ordusunu arkadan vurup gafil avlayarak itilaf devletlerinin doğu cephesini kırmaktı niyeti. Ama olmadı güneyden, çöl sıcağından gelmiş Musul'da savaşmış yorgun, yazlık elbiseleriyle soğuğa dayanamayıp kendilerini hakka teslim eden binlerce vatan evladı.
Dönemlerinde hep bir rekabet altında olan iki komutandan biri kaybedip diğeri kazanınca aynı ipte iki canbaz da oynayamazdı. Anadolu'nun müdafası için ülkeyi organize etmeye çalışan M. Kemal'in yanında olamazdı Enver. Kendisine yeni bir gaye paye etmişti. Aslında belki de M. Kemal'i rekabetin getirdiği hırs nedeniyle pek sevmese de ona güveniyordu. Nasıl olsa Anadolu için birileri birşeyler yapıyor. Ya Türk dünyası? Evet Türk dünyası da sahipsiz, başsızdı. Zaten gençlik yıllarında yanıp tutuştuğu Turan Davası için gene bir fırsat vardı. Bütün Türk dünyasını birleştirecek askeri bir refleks kazandırarak yepyeni bir medeniyet, büyük bir birlik kurmak lazım ve bunu Enver başarabilirdi. O kadar ateşli o kadar gözü karaydı ki koskoca bir savaştan çıkmış yenik bir komutan olmanın verdiği ağır mesuliyet ve yorgunluğu görmezlikten gelip idealleri uğruna at sırtında tabiri caizse ver elini orta asya...
Yıl 1920'yi gösterdiğinde Enver Paşa'yı bu kez Azerbaycan'da, Bakü'de görüyoruz. "Şark Milletleri Toplantısı" adıyla organize edilen oluşumda "Türkiye Şuraları Partisi" adında bir hareket başlatarak orta asya Türkçülük hareketinin ilk adımını attı. Bu çatı altında bir millet toplanacak Anadolu'dan Çin'e kadar bir bölgede sarsılmaz güçte yeni bir Hun, Selçuklu, yeni bir Osmanlı yükselecekti.
Enver Paşa, Hacı Sami ve diğer bazı ittihatçılarla az sayıda eski Osmanlı askerinden oluşan grup sene 1921'i gösterdiğinde Basmacılar adında Buhara bölgesinde örgütlenerek Sovyet Rusya'sına karşı ayaklandılar. İlk başlarda lokal başarılara imza atan hareketin bazı dezavantajları bulunmaktaydı. Hareket liderleri batı yanlısı Jön Türkler olarak anılan ve II. Abdülhamit'i tahttan indiren hilafet ve saltanatın otoritesini zedeleyen bir akımın önde gelenleriydiler. Hilafete bağlı, tutucu ya da muhafazakar denilebilecek bir yapıya sahip bölge insanı Basmacı isyanına topyekün bir destek vermedi.
Nitekim, 4 Ağustos 1922'de Kurban bayramına denk gelen bir gün bugün Tacikistan sınırları içerisindeki Belçivan bölgesinde Agop Melkovian komutasındaki sovyet ordusuyla girdiği çatışmada şehit edildi.
41 yaşında genç belki deli, belki veli bir şahsiyetti. Ama tarihte idealleri uğruna ölen ve beraberindekileri ölüme götüren sayılı liderlerden olmuştu. İdealleri hep Türk-İslam sentezine dayalı güçlü bir ülke güçlü bir medeniyet idi. Lider olarak belki bir Napolyon, belki Mustafa Kemal, belki de Adolf Hitler...
İnançları için bir milleti peşi sıra sürükleyen şahsiyetler başarıya ulaştığında kahraman başarısızlık durumunda da hain, ulusların tarihinde kara bir leke olurlar. Yola çıkanlar da bunu bilerek bunu göze alarak onurunu, canını ve namusunu sermaye edinirler.
Enver paşa da tıpkı diğerleri gibi sermayesini koydu; rusları Allahüekber dağlarından dolaşıp gafil avlama niyetiyle mehmetçiği peşine takıp dondurucu soğukla sefere çıkıp tek bir silah harcamadan onca şehid verilmesine sebep olsa da bir çokları için bile hala kutsal olan bir dava uğruna yaşadı ve bu uğurda da öldü.
BİR BAŞKA YAZI
Türk tarihinin zaman içindeki akış sürecinde yetişmiş ender kahramanlarımızdan biri olan Enver Paşa’nın şehadeti de hiç şüphesiz, nesillere örnek bir ulviyet ve yücelik taşır. Bunun detaylarını; Paşanın Türkistan Savaşı’nda, başından sonuna kadar yanında bulunan Türkistanlı mücahid Abdullah Receb Baysun’un (Türkistan Millî Hareketleri) kitabının 107. sahifesinde açıkça görüyoruz.
Mücahid; bu şehadeti, tuttuğu günlüklerinde, aşağıdaki satırlarla belirtiyor. Dinleyelim:
Temmuz’un son günleri, karargâh Âbıdere köyünün şirin bağları arasında... Henüz olmağa başlayan üzümleri güneş, sıcaklığıyla olgunlaştırmağa çalışıyor... Günlerce devam eden muharebeli yolculuğun yorgunluğu burada geçirilecek... Dinlenilecek... Hazırlanılacak...
Yine ümid dolu göğüsler, düşmanın mermilerine açılacak...
Kurban Bayramı da yaklaşıyor...
Ağustosun 3. günü, Perşembe... Paşa’nın en neş’eli günlerinden biri... Ailesinden aldığı ikinci mektup; iki gün sonra gelecek bayramdan, daha evvel neş’e getirmişti. Hayatının birer parçası olan yavrularından ve ailesinden bu ses, hiçbir sevince benzemiyordu.
Devletmend Beyin; bayram namazını beraber kılmak için, Paşayı arkadaşlarıyla beraber Havâlin cıvarında olan karargâhına davetini, Paşa memnuniyetle kabul etti.
1922 Ağustosunun 4. Perşembe günü kılınacak olan bayram namazına yetişmek için, 30 kişilik bir grup gün doğmadan yola çıktı...
Enver Paşa ile beraber bayram namazını kılmak arzusuyla gelen kalabalık bir halkla birleşen bu grubu, askerleriyle Devletmend Bey karşıladı.
Ulu ağaçların gölgeleri altında uyuyan suyun kenarında çaylar içildi. Devletmend Beyin takdim ettiği Tartugu, Paşa, büyük bir memnuniyetle kabul etti. Türkistan’da, Emir ve Hanlara halk tarafından verilen hediyelere Tartuk denir. Paşaya verilen bu Tartuk da altın ve gümüş işlemeli bir cübbe ve bir sarıktan ibaretti.
Büyük bir cemaatla namaza duruldu. Allahü Ekber sesleri; göklerin sonsuzluklarından, yerlerin esrarı arasına iniyordu... Namaz bitti, tebrikler yapıldı. Buz gibi köpüklü kımızlar içilerek yemekler yendi. Çok neş’eli bir gün geçti. Akşam oldu. Dönülüyor... Paşanın mümanaatına rağmen, kalabalık bir halk, yarı yola kadar uğurladı...
Yolda Paşanın yüzünde, solan günün hüznünü andıran izler belirmeye başladı... Gece saat 10.. Paşanın yanında toplanmıştık. Bir hayli konuşuldu. Gelecek bayram namazı inşaallah Buhara’da kılarız; temennisinde bulunan Paşaya teşekkürler ediyorduk.
Çekilen bu yurt hasretinden kendine hiçbir pay ayırmadan, bunu hafifletecek hikâyeler anlatıyordu. Fakat; halinde bir başkalık vardı. Yüzünde, gözlerinde bambaşka bir yasın derin gölgeleri göze çarpıyordu. Gece ilerlemişti. Kalktık... Paşa’nın, bir şöy söylemek istediği anlaşılıyordu. Soramıyorduk... Nihayet gülerek:
“Size verecek bir bayram hediyesi bulamadım. Arkadaşlığımızı belirten birkaç satır yazı yazsanız, mühürlesem. Günün birinde, size, beni hatırlatacak olan bu yazıların, millî mücadele arkadaşlığımızın da birer hatırası olacağını düşündüm.” dedi...
Memnuniyetle kabul ederek yanından çıktık...
Atiyi görmeyen insan aczi içinde; Paşanın bu bambaşka hâlini birbirimize de soruyor, iki ihtimal arasında dolaşıyorduk.
1- Yurt ve aile hasretini kamçılayan bayramın gelişi...
2- Millî Hareket’in son günlerdeki beklenmeyen olayları...
Paşanın neş’esini kırmış olabilirdi.
Arkadaşlarımızdan Nafi Bey, Paşanın istediği kâğıtları hemen kâtiplerden Ömer Efend diye yazdırdı. Mühürlemek için Paşaya götürdü.
Gelen kâğıtların altına, Paşanın resmî mühüründen başka, İstanbul Harbiye Mektebinde talebe iken 1300 tarihinde yaptırdığı hususî mührünü de bastığını gördük.
Şehadet Günü: 5 Ağustos 1922 Cuma Sabahı.
Karargâh derin bir sessizlik içinde. Gecenin karanlığını, doğan güneşin, bahtımızı karartacağını bilmiyoruz.
Âdeti üzerine erken kalkan Paşa, askerlerin geniş bir yerde toplanmalarını emretti. Askerin bayramını tebrik edecek, harçlıklar dağıtacaktı. Saat altı... İleri karakoldan bir silâh atıldı. Bu, baskın hareketini bildiren bir parola idi.
Askerlerin yanına gitmek için atına binen Paşa; hemen dönerek bazı emirler verdi, yirmi kadar askeriyle, silâhın atıldığı tarafa koştu.
Rusların bu gibi taarruzları günlük işlerden olduğu için, pek ehemmiyet verilmemişti.
Rus askerleri gittikçe çoğalıyor... Bu taarruz, günlük taarruza benzemiyor. Harp büyüyor.
Bu ciddiyeti anlayan Paşa; derhal bütün kumandanların ve askerlerin harbe iştirakini emretti.
Faruk, Danyal, Boribetaş ve sair kumandanlar hep vazife başında...
Harp şiddetlendi...
Ruslar; bayram namazında baskın yaparak millî mücadele kumandanlarını, bilhassa Paşayı harpsiz esir etmeyi ve şu suretle gururlarına dokunan, tahammüllerini tüketen bu millî mücadele dâvasının ortadan kalkmasını tasarlamışlar...
Paşanın, bayram namazını yanlışlıkla bir gün evvel kılması, bu plânın tatbikini suya düşürmüş olduğundan; Ruslar, Moskova’nın aylardan beri büyük ehemmiyetle hazırladıkları bu hücuma geçmişlerdi.
Türkistan’ın her tarafında olan mücahitlerin üzerine, aynı günde hücum eden Ruslar emellerine yine kavuşamadılar.
Ateş her tarafı sardı. Paşa, yanında Hüseyin Nafiz, Eş Murad, Kerim Beylerle Müslümankul (Rayef) ve askerler olduğu hâlde ilerledi. Karşı tepede düşman ile aralarında beş altı metre mesafe kalınca, Paşa kılıcını çekiyor. Rusların üzerine atılıyor. Askerlere de hücum diye bağıran Paşa; birkaç rusu öldürüyor. Harp, şiddetleniyor...
Çok şiddetli olan bu ilerleyiş, düşmanı şaşırtıyor. Mitralyöz başında olan Rus askerleri teslim diye bağırarak ellerini yukarıya kaldırıyorlar. Fakat, arka saftaki Rus takviyeli mitralyözleri hemen çok şiddetli ateşe başlıyor.
Atı ile ateş içinde koşan Paşanın; kalbine amansız bir kurşun giriyor.
Paşa; ALLAH!.. diyerek atından düşüyor.
Ateşin şiddetinden yanına gidilemiyor. Ruslar, işledikleri cinayetin farkında bile değiller.
Şehadet haberi, her tarafı bir yıldırım sür’atiyle sarıyor.
Rusların ikinci bir kolu ile harb etmekte olan Devletmend Bey, bu kara haberi duyunca bir an şuurunu kaybediyor.
– Ne? Enver Paşa mı? Enver Paşa mı? Şehid mi oldu? Eyvah!..
Artık Enver Paşa yok mu? diyerek kılıcını çekiyor. Askerlerine: Haydi İntikam!.. İntikam!.. Bu intikamı almak, bize farz oldu; feryadıyle mahşeri andıran harbin içine atılıyor. 10 dakika sonra Devletmend Bey de şehid oluyor.
Harp yavaşlıyor. Mücahitlerin susmasını bir zafer diye kabul eden Ruslar da susuyor.
Enver Paşa; bu büyük kahramanın cesedi Rusların eline düştü diye, çok üzülüyoruz. İki katlı felâketin altında eziliyoruz.
Ümit güneşimiz sönmüş, karanlıklar içinde kalmıştık. Yer gök ağlıyor.
Kaybolan, sade bir insan değil; milyonlarca Türkün ümidi, istiklâli, zaferi, tarihi idi.
Kendimizden geçmiş, şaşkın, bitkin bir hâldeyiz... Ne olacak? Ne yapacağız?
Çegen Tepesi’ne geçmek için, suyu çekilmiş olan dereye doğru inmeye başladık. İniyoruz, indik, çıkıyoruz... Bir Rus kolu, dere kenarından ateş ettiyse de hiçbir zarar veremedi. Yalnız, birkaç dakika evvel Paşayı sırtında taşıyan Derviş adındaki at gelen bir kurşunla öldü...
Çegen Tepesi’nin ayağında, Devletmend Bey’in köyünde toplanıldı. Başsız kalan bu mukaddes topluluğun kumandası muvakkaten Danyal Bey’e verildi.
Sabahleyin ihtiyar bir köy imamı geldi. Dereyipayân’da, Enver Paşa’nın cesedini gördüğünü haber verdi.
Bu haberi, bir müjde saydık. Hemen koştuk... Baktık ki, Rusların götürdüğünü zannettiğimiz şehid Paşa, burada yatıyor. Paşayı tanımayan Ruslar, üzerindeki elbise ve çizmelerini alıp gitmişler.
Paşa’nın yerde yatan cesedini âdeta gözyaşlarımızla yıkadık. Üzerine bayrak örterek, etrafına nöbetçiler konuldu.
Kumandanlar derhal toplandı. Kabir yeri ve cenaze merasimi tesbit edildi. Şehadet haberi dalgalar hâlinde her tarafa yayılıverdi. Bu kara haberi duyan kadın, erkek yollara dökülmüşler, inleye, ağlaya Çegen’e doğru geliyorlar. Çok kısa bir zamanda Çegen’de 25.000 den fazla insan toplandı. Bu kara habere inanmayan birçok insanlar, hakikatı gözleriyle gördükleri hâlde, acaba doğru mu diye birbirlerine soruyorlardı. Halk, bir sel hâlinde...
Cesed, tabuta kondu... Hafızların tekbir sesleri, okunan mersiyeler, halkın feryadları, yeri göğü inletiyordu. 30.000 kişinin elleri üzerinde, gök kubbenin altında şerefle kallandığını görmek istediği sevgili bayrağına sarılı olan tabutu ağır ağır ebediyet yolunda...
Paşa’nın ölüm acısına tahammül edemeyerek ateşin içine dalan Belcivan Kumandanı Devletmend Bey’in tabutu ile Paşa’nın tabutu yanyana...
Pınarı gölgeleyen iri ceviz ağacına yaklaşıyoruz. Acılar daha derinleşiyor. Âhiret yolcularının âkıbetleri burada...
Yaklaştıkça kalblere çöken acı ölçüsüz, ifadesiz taşıyor... Bayılanlar var... Ellerimiz üstünde taşıdığımız bu kumandanı, toprağın karanlıklarına terk etmek istemiyoruz...
Namazları kılınıyor. 30.000 kişinin acı sükûtunu haykıran (ALLAHÜ EKBER) sesi, varlığın sırrına erişemeyen insan aczini feryad ediyor.
İmam Efendi’nin yaptığı merasim esnasında birçok bayılanlar oldu... Bunların arasında kumandan Faruk Bey’in de birdenbire yere düştüğünü gördük...
Dinî merasim bitti... Paşa’dan ebediyen ayrılacağımız an gelmişti. Fanileri, ebediyete götüren mezarlara tabutlar yavaş yavaş iniyor. Üzerlerine inen her toprak parçası Türkistan tarihine çöken bir matem, sonsuz bir elemdi.
Cesedi toprağa, ruhu da kalblere gömülen Enver Paşa’nın mezarı Türkistan halkı için mukaddes bir ziyaretgâh oldu... Günlerce bu kabir etrafında Kur’anlar okundu.
Kumandanlardan Halil ve Paşa’nın hususî hizmetlerinde bulunan Mirza Muhiddin Beyler de şehid Paşa’nın tabanca ve kanlı çamaşırlarını Efganistan’da bulunan Osman Hoca ve Sami Beylere gönderdiler.
Paşa’nın tabancası, o zaman Efgan Harbiye Nazırı olan Nadir Han’a Bedehşan’da takdim ediliyor. Sultan adındaki atı da isteği üzerine Miralay Ali Rıza Beye veriliyor.
Efganistan’da murahhası mahsus olarak bulunan Bartınlı Muhiddin, Halil ve Mirza Muhiddin Beyler de, Paşanın çamaşırlarını ailesine vermek üzere İstanbul’a hareket ediyorlar.
Burada, GÜNLÜK’ten açıkça belli olmaktadır ki:
1.) Paşanın, Bayram hediyesi yerine, mücadele arkadaşlarına beraberliklerini belirtecek kendilerinin yazacağı bir yazıyı, geçen günlerin bir hatırası olarak mühürleyip yine onlara vermek istemesi; şehadeti içine doğmuş bir velînin ruh hâletini göstermektedir.
Kumandan karar vermiştir!.. Silâh arkadaşlarıyla vedalaşıyordur!.. Resmî mühüründen başka; İstanbul Harbiyesi’ndeki şahsî mühürü ile de tasdik etmesi, bütün bir askerî hayatının belgesi mahiyetindeki bir onayın anlamını vermektedir.
2.) Şehadetin dikkati çeken bir noktası da; Paşa’nın bilinen tarihî ataklığıyla, baskın parolasını duyar duymaz hemen atına binip keşfini yapması ve maiyyet kumandanları ile birlikte düşmanın peşine düşmesi, 5-6 metre yaklaşınca da kılıcını çekerek hücum emrini vermesiyle düşman müfrezesinin içine dalarak önüne çıkan Rus askerlerini kılıçtan geçirip, mitralyözleri başındakileri de elleri havada teslim alışı; ve ancak, arkadan gelen takviye mitralyözlerinin bu savleti durdurabilmiş olmasıdır.
3.) Paşa; kurban bayramı gibi kudsî bir günde İlâhî Şehidlik Mertesi’ne erişmiştir. Her fani gibi ölmüş; ve fakat Türk tarihini ebedîliği içinde yüceltmiştir.
4.) Paşa; ideali Türk Birliği (Turan) uğrunda nesillere örnek olmuştur. Bir idealistten bekleneni yapmıştır.
Türk’ün Ana Yurdu’nda, Göktürk Kahramanı Kür Şad’ın ruhunu ayakta tutmuştur.
Bu bağlamda; 4 Ağustos 1996 günü Âbide-i Hürriyet’e getirilen naşı için yapılan anıtkabrin bir aynısı Çegen’de şehit düştüğü yerdeki kabri (Pınarı gölgeleyen iri ceviz altında) için de yapılmalı ve Şahadet Protokolu metni, Türkün özünü ebedîleştiren Orkun (Orhun) Âbideleri’ndeki gibi taşına kazınıp işlenmelidir.
Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın!..
Enver Paşa’nın Türkistan Harekâtı; maalesef, yerli yersiz birçok spekülâsyon ve eleştirilere maruz kalmıştır. Fakat; bunu, bir idealin gerçekleştirilmesindeki (ulviyet) olarak göz önünde tutmalıdır. Gerçek odur ki; Birinci Dünya Harbi’nde yenilgimiz sonucu; Reval Mülâkatını yapan düşmanlarımızın, gerek Anadolu Türklüğü’nün gerekse de Türkistan Türklüğü’nün ortadan kaldırılması yönündeki girişimlerine karşı, Anadolu İstiklâl Mücadelesine bir de Türkistan’da İstiklâl Harekâtı başlatılması zarureti olarak ele alınması icab eder.
Paşa’nın; giriştiği bu Türkistan harekâtındaki samimî ve idealindeki tutkunluğu; kendisini Rus propagandasına kaptırmış yerli gericilerden bazılarının,
“Siz Türkiyeli’siniz, memleketiniz düşman işgali altındadır. Askerî kudret ve kuvvetinizi kendi vatanınızı kurtarmak için sarf etseniz daha iyi olur.” yolundaki sözlerine karşılık olarak verdiği
“Benim vatanımı kurtaracak adamlar var. Merak etmeyiniz, çalışıyorlar. Burası da benim vatanımın bir parçasıdır. İnsanlarının damarlarında dolaşan kan, benim damarlarımdaki gibi Türk kanıdır. Burası bir Rus memleketi değil, bir Türk ülkesidir.” cevabıyla sabittir (adgs sf 85).
Herekâtın başarıya ulaşamaması (Enver Paşa’nın üstün meziyetlerine rağmen); o tarihlerde Türkistan’daki (Eskiler, gericiler) ile (Cedidler, yenilikçiler) çekişmesinden, özellikle de gerici ve iki yüzlü Lâkay İbrahim’in, Paşayı 3 ay esaret altında tutarak, hareketi kösteklemesindendir. Lâkay, Rus emellerine hizmet etmiştir.
Ne ibret vericidir ki; gel zaman git zaman, bu Lâkay İbrahim, kellesini Sovyetlerin idamından kurtaramamıştır.
Elbette ki düşman; milletine ihanet edenin, bir gün gelip kendisine de edeceğini bilir...
Sonuç olarak da şu denir ki:
Enver Paşa’dan 68 yıl sonra, Türkistan, istiklâline kavuştu. Demek ki (ESASTA), Enver Paşa Harekâtı doğru idi!..