Edebiyat Hakkında Bilgi
Edebiyat; insan ve toplum yaşantısının duygu ve düşüncelerin, söz ve yazıyla etkili biçimlerde anlatımını amaç edinen sanat türüdür.
Belirleyici ve kısa olmaları istenen tanımları kesinleştirdikçe kendiliğinden doğacak bazı yanılgıları göze almak gerekir. Çünkü özdeyiş niteliği kazanan her kısa ve yoğun tanımda, terim değerine ulaşan sözcük ve kavramlar kullanma zorunluğu vardır. Yukarıdaki edebiyat tanımında da açıklanması gerekecek anahtar söz, sanat güzel sanattır (l’art). Biyolojik açıdan bir hayvan olan insan, araçlar yaparak gücünü artırmış, dili yaratacak toplumsal yaşamını sağlamıştır. Sanatın varlığını açıklamaya çalışan çeşitli görüşlerin birleştiği nokta, bütün sanat ürünlerinin (şiir, müzik, dans, tiyatro, resim, heykel…) başlangıcında toplumsal bir kaynaktan doğa din duygusuyla sihir ve büyü törenlerinin varlığıdır. Ne var ki, ekonomi üstünlüğünü eline geçiren kişiler, sanatın büyüsünü kendilerini yücelten bir gerekçe olarak kullanmakta gecikmez. Önceleri bütün insan soyu eşit gibi görünürken ilk doğan söylenceler (mitoslar), bazı güçlere ayrıcalık tanır. Yunan mitolojisindeki kralların, büyük kahramanların, Tanrı soyundan geldikleri için hak sahibi oldukları görülür. Sanat böylece içinde yaşanan toplumun diğer ölçülerine uygun nitelikleri kazanır. Sözgelimi edebiyatın ilk türü de olağanüstü nitelikte kahramanları yücelten, yönetici sınıfların egemenliğinin doğallığını açıklayan epik şiir destan olur. Amacı yaşamı kolaylaştırmak olan ze-naatların yanı sıra, amacı yaşamı güzelleştirmeye yönelen sanat uğraşına en eski insan toplumlarında bile rastlanır. Sesle, sözle, eylemle, renkle, biçimle… “Hoşa giden biçimler yaratmak çabası” diye özetlenebilecek sanat çalışmasıyla insan, türüne özgü güzellik anlayışını karşılamış olur. Bugün de böyledir bu; maddece yoksunluk içinde bulunan kişilerin sanat gereksinimlerinden pek söz edilemez. Bu ilke ile uygarlığın en çok geliştiği, insan yaşamının en çok rahatlaşıp kolaylaştığı çağ ve toplumlarda sanatın o oranda gelişme olanakları bulacağı yargısına varılır.
İlk sanat eserleriyle genel anlamda Doğu sanatının, Bizans sanatının, eski Yunan beğenisine dayanarak gelişen Roma-Rönesans-Batı sanatının güzellik ölçüleri ve ülküleri birbirine benzemeyebilir. Bundan ötürü içindeki güzellik eğilimini her alanda “hoşa giden biçimler yaratarak” karşılamaya çalışan insan (sanatçı), yaşadığı doğa ve toplum çevresiyle kendisini koşullandıran daha önceki sanat ürünlerinin etkisinde demektir. Dış dünyayı algılayarak, izlenimlerini her alanda güzellikler yaratıp anlatırken (ifade ederken) sanatçı, hem çevresini hem kendisini ortaya koymuş olur. Böylece her sanat eserinde toplumsal ve bireysel değer, ayırt edilmez bir kaynaşma halinde birlikte bulunur. Kullandıkları aracın evrenselliği açısından en yaygın ve etkili sanat herhalde müzik olmalıdır. Bir dilden bir dile çevrilme gereğini duymadan ve kolaylıkla çoğaltılıp tekrarlanarak yalnız müzik, olduğu gibi bütün insanlığa
birden seslenebilir. Oysa bir resmin, bir heykelin, bir yapının sanat değerini yitirmeden çoğaltılmasının, herkese ulaşabilmenin yolu yoktur; bunun içinde etkileri ve yayılma güçleri o oranda eksik kalır. Müzikten sonra en etkili ve yaygın sanat edebiyattır. Gerçi bir toplumun özel diliyle yaratıldığı için daha doğarken ulusal bir kimlik taşır. Ama edebiyat eserleri, bir dilden ötekine değerini yitirmeden çevrilebilir, çoğaltılabilir. Ulusallığı oranında evrensel bir nitelik taşıyarak, teknik araçların gelişip ucuzlamasıyla, her insana kendi köşesinde erişebilir. Müziğin, sezgiye, duygulanmaya, esinlenmeye dayanan etkisi yanında edebiyat eserleri düşünce, inanç ve ülkülere daha anlaşılır bir seslenmeyle ulaşır. Böylece edebiyatçı edebiyat sanatçısı (şiir, öykü, roman, oyun yazarları), doğa ve toplum içindeki yaşantısının bireysel ve toplumsal izlenimlerini söz ve yazarın en etkili ve güzel biçimleriyle anlatırken toplumları ve kişileri yetiştirip yönetmek gücüne en çok ulaşan sanatçı olur.
Bir toplumun uygarlık düzeyi, tarih boyunca yarattığı toplum kurumlarının değer toplamıyla ölçülür. Din, tüze (hukuk), aile, töre (ahlak), devlet, bilim, teknik, sanat ve kültür kurumları, âdetler, gelenekler… gibi bir toplumsal değer olan dil ve edebiyat da doğduğu çağın ve ulusun uygarlık üstünlüğünü belirlemeye yarar. Edebiyat sözü, aslında yalnız yazıya dayanan anlatım biçimini belirler. Oysa en eski ürünler; konuşmaya ve gösteriye dayanan anlatılardır. Destanlar, masallar, söylenceler (efsaneler), halkbilimini (folklor) oluşturacak her çeşit ürünün halkların ilkel yaratılarını yansıtan sözlü verimlerdir. Ama her toplum ilk fırsatta yaratılarını yazıyla saptamak eğiliminde olmuştur. Böylece ilkel mezar taşlarından başlayarak yazıtlar, anıtlar dikilmiş, kitaba daha sonra kavuşulmuştur. İster kalıcı, ister geçici, ister sanat kaygısından yoksun olsun, ister dar bir aydın çevresine, ister halk yığınlarına seslensin edebiyat, her zaman anlatmak istediklerini yazı işaretleriyle anlatır.
İnsanı insana anlatan, insana seslenen, insanı daha da insanlaştırmayı amaç edinen edebiyat eserleri belli bir toplumun özel diliyle yaratıldığı için önce onun duygu ve düşüncelerini iletir gibidir. Gerçekten bir edebiyat eseri için sakınca, yerel ve bölgesel kalmaktır. Ama edebiyat eserleri bir dilden ötekine değerini yitirmeden çevrilebilir, çoğaltılabilir, ulusallığı oranında evrensel bir nitelik kazanabilir. Teknik olanakların artması, edebiyat eserlerinin herkese kendi köşesinde yetişmesini olanaklı kılmıştır. Bugünkü dünyada ise edebiyatın bazı değerlerini kullanan sinema ve televizyonun daha yaygın yollardan kişilere ulaşması gerçekleştirilmiştir. Daha iyi, daha güzel, daha doğru bir yaşam, insanlık ülküsünün paylaşılmasındaysa özellikle edebiyata büyük sözcülük görevi düşer. Gerçekten insanlığın, ortak duyarlıklarla düşüncelerde, ülkülerle coşkularda, inançla eylemlerde birleşebilmesi, onların bütün maddi ve manevi dünyalarının ifade aracı olan dille olanak içindedir. Bu bakımdan başka sanatların soyut anlatım araçlarına göre bir ulus dilinin zenginliği, edebiyatın etkisini alabildiğine artırır. Uygarlık düzeyi, yaratılan toplumsal kurumların değer bileşkesi olduğu için, dil ve edebiyat da doğduğu çağın ve ulusal uygarlık özelliklerinin kesin bir belgesidir. Ortak bir insanlık ülküsünde birleşe-bilme aşaması, herhalde ulusal övünçlerin eşitliğinde olacaktır. Çağdaş dünyada her ulusun öteki halkların dil ve edebiyat değerlerine açılması, bu ülküye yaklaşılmasının güzel işaretidir. Edebiyat sözcüğü dilimizde Tanzimat’ tan bu yana, aşağı yukarı yüzyıldır kullanılır. Eskiden ya kısaca “şiir ve inşa” denerek nazım ve nesir belirtilir; ya belagat, ilm-i belagat sözü kullanılırdı. Edip sözcüğü hem edepli, terbiyeli, zarif, nazik kişi anlamında, hem edebiyatla uğraşan sanatçı, edebiyatçı, yazar karşılığında kullanılmış; doğal bir çağrışımla edebiyat eserlerinin de ahlaka, terbiyeye, inceliğe hizmet etmesi beklenmiştir. Sanat değeri taşıyan dil (söz ve yazı) ürünleri, edebi eserlerdir. Edebi sıfatı, hem edebiyatla ilgili bulunmayı, hem edebiyat sanatının ürünü olmayı niteler. Sözlü ve yazılı edebi eserlere dayanarak (metinler) edebiyat sanatının bilgi ve kurallarını öğreten, bu yolla belli bir dil kültürü ve sanat beğenisi kazandırmaya çalışan düzence-disiplin (Edebiyat Dersi).
Söz ve yazıyla (dille) sanat eserleri yaratma işi, edebiyat sanatıdır ve edebiyatçıların işidir. Bir dille yazılmış ve yaratılmış bütün ürünleri inceleyerek bir ulusun edebiyat birikimi yoluyla uygarlık düzeyini ortaya koyan bilim, edebiyat tarihidir; tarih yöntemiyle çalışma koşuluyla edebiyatı incelemeyi, değerlendirmeyi nesnellikle ölçmeyi amaç edinen bilgin-yazar kişilerin işidir. Sözlü ve yazılı edebiyat eserlerinden seçilmiş parçalara (metinler) dayanarak bir ulusun dilini ve ulusal değerlerini eğitimde kullanma, dil ve edebiyat öğretmenlerinin yarına dönük ve değerli çabalarıdır (edebiyat dersi). Söz ve yazı sanatının yol, yöntem, araç ve kurallarını derleyip sıralayan, öğretim aracı olarak hazırlayan emekler de edebiyat üzerine çalışan denemeci, eleştirmen, araştırıcı yazarların işidir; sanatsal yaratıya giden zanaat uğraşını öğretip belleterek bazı yolları kolaylaştırırlar.
Edebiyat Tarihi. Ulusların kendi dilleriyle ortaya koydukları edebiyat ürünlerini, yaratıcı sanatçıların yaşamlarıyla kişilik niteliklerini, toplumun gelişim aşamalarıyla özelliklerini tarihsel oluşum içinde nesnel ve belgesel ölçülerde değerlendiren bilim. Bütün sanatlar gibi bireysel bir yaratı olan edebiyat, ulusun ortak diliyle doğduğu, her edebiyatçı içinde yaşadığı toplumunun bir parçası olduğu için toplumsal bir olgu değerindedir. Bu yüzden toplumsal düzenin ve onun değişiminin bir gereği olarak dünya görüşü ve sanat anlayışı bakımından birleşen kişilerin eserleriyle ortaya koydukları ve sürdürdükleri ilkelerin toplumdan doğan tutarlılığa (edebiyat akımları: klasisizm, romantizm, gerçekçilik: realizm, doğalcılık: natüralizm, simgecilik: sembolizm, gerçeküstücülük: sürrealizm vb) dikkat ederek, edebiyat eserlerini inceleyerek, H. Taine’in özetlediği gibi ırk, zaman, çevre etkilerinin bileşimini değerlendirerek bilimsel yargılara ulaşan edebiyat tarihi, bir ulusun uygarlık düzeyini belirleyen dallarından biridir.