Edebiyat Akımları: Egzistansiyalizm
Egzistansiyalizm ( Varoluşculuk)
İnsanın, kendi değerini kendi yarattığını, dünyada kendisine yol gösterecek kendisinden başka hiç bir şey olmadığını iddia eden felsefî sistem, önce Alman filozofu Martin Heidegger (1889-1977) tarafından ortaya atıldı (1927): İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransız filozof ve romancısı Sartre (1905-1980)'in edebiyata uygulamasıyla yaygınlaştı.
Yeni bir düşünce tarzı değildir. Kaynağı, insanı ilk defa kendi kendisini tanımaya yönelten Sokrat (M.ö.469-399)'a dayanır. Başka felsefî sistemler gibi, kendinden önceki düşünce şekillerine karşı çıkmak suretiyle doğdu. Ancak varoluşçular fikirleri doğrudan bir felsefî sistem olarak ortaya koymadılar. Bir sistem çerçevesi içine sığdıramadıkları görüşlerini daha çok edebî eserlerinde veya şahsî hayatlarını anlatan günlüklerinde ifade ettiler. Aslında bu felsefenin öncüsü Danimarkalı Sören Kierkegaard (1813-1855) da varoluş gerçeğinin sistem hâlinde anlatılamayacağını söylemiştir.
Varoluş felsefesi, varolmanın (vücud) değil, mevcut olanın felsefesidir.
Bu felsefesinin iki temel prensibi vardır:
Öz (essence) ve vücut (existence), XIX. yüzyıla kadar klasik felsefe öz'ün üstünlüğünü kabul etmişti. Egzistansiyalizm varoluşu ön plana alır. Ancak genel olan varlıktan hareket etmez, mücerret (soyut) kavramlarla ilgelenmez. Mücerredi müşahhas (somut) şekilde anlamaya çalışır. Egzistan-siyalimde felsefî sisteme gidilmesi yerine, fikirlerin edebî eserlede işlenip anlatılması bundandır. Varoluşçuluğun mücerrede karşı oluşu Kierkegaard'ın Descartes (1996-I650)'e ait meşhur "Düşünüyorum o hâlde varım " formülüne itirazında açık şekilde görülür. Varlığı düşünceden çıkarmak tezada düşmektir. Çünkü düşünce varoluştan sonra gelir.
Egzistansiyalizme göre varoluş varlığın mevcut şekli değildir. Esasen varoluş bir hâl değil, harekettir, imkândan gerçeğe geçiş hareketidir. Gerçek varoluş da ancak hürriyet içinde meydana gelir. Egzistansiyalistlere göre; kendi kendisini serbestçe seçen, kendi varlığını yapan, kendi kendisinin eseri olan insan varoluş rahibidir, önceden kabul edilmiş her çeşit prensip reddolunur.
İnsan ne olacağını kendisi seçer. Bu seçişle öz'ünü yaratır. Seçme içinse önce var olmak gerekir. Buna göre insanda varoluş öz'den önce gelir. Tohumdan ne çıkacağı bellidir ve kendi kendini seçemez. İnsanın ise ne olacağı bilinemez, o kendi kendisini seçer, tayin eder. Kendisi dışında olan ve kendisini çevreleyen şartlara karşı istediği şekilde hareket eder. Sartre'a göre bu geçiş yaşamaktır. Dünyamızı biz seçmiyoruz ama aradaki mutluluk ve ıstırapları biz yaratıyoruz ve bunlardan sorumluyuz.
Varoluş kat'ilik kazanmış, nihâi şeklini almış, gayeye ulaşmış bir hâl tanımaz.
Bu felsefeye göre, varlık insan için tanınandan ibarettir; ötesi yoktur.
Egzistansiyalistler Allah'a inananlar ve inanmayanlar olmak üzere ikiye ayrılırler. Dine inanan kolu Pascal (1623-1662) tarafından kurulmuş, Kierkegaard, Jaspers (1883-1967) ve Cabriel Marcel (1889-1973) tarafından da geliştirilmiştir.
Allah'a inanmayan egzistansiyalistlerin başında Alman Martin Heidegger (1889-1976) gelir. Onu Sartre, Simone de Beauvoir (1908-1986) ve Georges Bataille (1897-1962) takip eder.
İki görüşü arasındaki en büyük fark, Allah'a inananlara göre, varoluşun sonsuzluğa, inanmayanlara göre ise hiçliğe açık oluşudur. Bu sonucu görüş, II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa'da, köklerinden kopmuş, geçmişe ve tarihe güvenini kaybetmiş, ahlakî değerlerden uzak, topluma yabancılaşmış, halkla olan ruhî bağlarından sıyrılmış, mutsuz, gelecekten ümitsiz, ölümün devamlı tehdidi altında yaşayan gençlik arasında Sartre'in eserleri ile yaygınlaşmıştır.
Egzistansiyalist edebiyat, alışkın olduğumuz edebiyattan farklıdır. Alışkın olduğumuz edebiyatta karakterler tahlil edilir, örfler anlatılır, onlarda hayat hadiselerinin gelişmesi görülür, kısaca, eserde insan ve insanının hayatı verilir. Egzistansiyalist edebiyat ise, aksine, varlıkta özel olarak var olan şeyi araştırır ve onun hususiyeti içindeki zihnî denemesini yapar. O kadar realistler ki, realite dışı sandığımız durumlarla karşı karşıya kalırız. Yaşadığımız veya yaşayabileceğimiz ruh hallerinin tahlil edildiğini görürüz.
Bu sebeple egzistansiyalist yazarlar roman ve oyunlarında okuyucunun ve seyircinin merakını sürekli uyanık tutarlar.