Durmuş Hocaoğlu Yazıları; Türkiye'de Neler Oluyor
Durmuş Hocaoğlu Yazıları│Türkiye'de Neler Oluyor
Gelecek Gazetesi / Sayı: 18, 15.06.2001-21.06.2001
Son birkaç yıldan beri, satıhtan bakılınca durgun gibi gözüken Türkiye, bu görüntüye zıt olarak, çok hızlı bir değişme süreci yaşamaktadır; fakat bu "değişme" teriminin alelumum manasıyla müsbet bir karakter taşıdığı alanların az olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Elbette konjonktürel gelişmelerden etkilenerek karamsar düşüncelere saplanmanın hiçbire surette müdafaa edilecek bir yanı olamaz; lakin bunun zıddı da doğrudur: "Türkiye'ye birşey olmaz" aforizması da müdafaa edilebilecek birşey değildir. Unutmamalıyız ki, hiçbir ülkenin, hiçbir toplumn ve devletin ebediyyet te'minatı yoktur.
İmdi; hulasatan ve kestirmeden ifade edilecek olursa, belirtmeliyiz ki bu "hızlı" değişme süreci, hızlı olduğu kadar da belirsiz, istikrarsız ve sıhhatsiz bir karakter arzetmektedir. Bu istikrarsızlığın en bariz emarelerinden birisi de, gerek devlet ve gerekse de toplum olarak, birbiriyle bazan aşırı uzlaşmazlık hadlerine kadar varabilen çelişkiler ve çatışkılar ile malul olmasıdır.
Biz bu yazıda, aşağıdaki birkaç başlık altında cem' edeceğimiz bu uzlaşmaz, "antagonistik" karakterdeki zıtlıkların, çelişki ve çatışkıların en mühim addettiğimiz ikisine temas etmekle yetineceğiz:
Toplumsal Uyanış veya Düşük Şiddetli Devrim ve Toplumsal Kilitlenme ve Psişik Çözülme;
Devlet karşısında hürleşme eğilimleri ve Devlet kulluğu;
Yükselen milliyetçiliğe karşılık iflas eden milliyetçilik ve yaygınlaşan kozmopolitizm;
Yükselen Devletçilik'in Bumerang etkisi ile kendi eliyle kendisine düşman üretmesi; Devletçiliğin Devlet'e zarar vermesi;
İstiklal ve Hürriyet bilincinin zayıflayıp aşınması; Türkiye'nin "Dar Koridorlar"da kilitlenmesi; Avrupa Birliği, ABD, Rusya arasında sıkışma; bir yanda Demokrasi talepleri, diğer yanda git-gide kuvvetlenmeye başlayan "gönüllü sömürgeleşme" eğilimleri;
Dış-Türklerin, Türk Dünyası'nın keşfine mukaabil Türk Dünyası'nın kaybedilmesi; Adriyatik'ten Çin Denizi'ne kadar Türk Dünyası hülyasından Türk Dünyası'nın kendi elimizle Rusya'ya ve Batı'ya itilmesi;
Keşfedilen İslami kimliğe mukaabil çözülen İslam.
Burada asıl olarak üzerinde duracağım husus, bütün bu antagonizmaların handiyse tek başına temsilcisi gibi duran ve birbiriyle zıt yönde cereyan eden iki ayrı gelişme olan "Toplumsal Uyanış veya Düşük Şiddetli Devrim" ve buna muhalif olan "Toplumsal Kilitlenme ve Çözülme" olacaktır.
İmdi; Türkiye, birisi, Taban'dan gelen ve Tavan'a doğru yönelmiş bulunan bir "düşük şiddetli (veya yoğunluklu) devrim" süreci ile, buna tam aksi istikaamette gelişme gösteren; son dört yıldan beri, yani meş'um ve ma'kus Refah iktidarı ile birlikte uç veren ve 28 Şubat Süreci radikal bir dönüşüm geçirerek biçimlenen ve günümüze değin büyüyerek gelen, git-gide yayılma ve yaygınlaşma eğilimi gösteren bir "çözülme" sürecini birlikte yaşamaktadır.
"Düşük Şiddetli Devrim" terimini ilk defa, bundan takriben dört yıl kadar önce yazdığım bir makalemde kullanmıştım; şimdi burada onu çok muhtasaran hulasa edeceğim.
İmdi: Kanaatimce, ülkemizde yaşanmakta olanlar, birçok bakımlardan derinlikli bir toplumsal değişmeye tekaabül etmektedir. Bilindiği üzere, Toplumsal Değişme, bir kavram olarak, kabaca, "belirli bir grup insanların ilişkilerine yerleşmiş tavır ve hareketlerindeki - teknik terim ile, sosyal sistemin yapı elemanları üzerindeki - değişiklikler" şeklinde tanımlanmakta olup "Kültür Değişmesi"nden farklıdır; birçok açıdan onu da tazammun etmektedir, daha derin ve daha müessirdir.
"Devrim" terimine gelince; daha ziyade Sol İntelijansiya'nın kullandığı bu terim ile, alışılagelen anlam ve içeriğinden farklı olarak, evvelen, Toplumsal Değişme'nin, yani, belirli bir grup insanların ilişkilerine yerleşmiş tavır ve hareketlerindeki (sosyal sistemin yapı elemanları üzerindeki) değişikliklerin Üst'ten, yani Elitler/Devletlular eliyle değil, Alt'tan, yani Toplum'un bizzat kendisinden gelen bir akım, bir tazyik ile gerçekleşmesini ve ahıren de, bu değişikliklerin radikal bir kantitatif dönüşüme tekaabül etmesini kastetmekteyim. Bu itibarla Devrim, şahsen yeniden formatlayarak kullanmış olduğum kontekstte, bir teknik terim olarak İnkılab veya Islahat'tan kökten farklıdır. Düşük Şiddetli Devrim terimi ile de şiddetinin düşük - burada Şiddet kelimesi "magnitude" (azamet, cesamet) anlamında olup "yoğunluk" (kesafet, density) ile müteradiftir -, süresinin uzun olduğu ve bu yüzden de hemence ve çok kolay farkedilemeyen devrimleri kastetmekteyim. Bu konuda devrimler tarihinden birkaç misal verecek olursak; söz gelimi, yakın zamanların en büyük, en kapsamlı, en müessir, en radikal devrimi olan Sanayi Devrimi, umumi olarak, hayli uzun bir süreye yayılmış olan, bir düşük şiddetli devrim karakterindedir. Bu büyük sürecin muhtelif memleketlerdeki tezahürlerine gelince; İngiliz Devrimi'nin tıpkı İngiliz Aydınlanması sakin karakterli ve düşük şiddetli olmasına mukaabil, Rus Devrimi, veya Fransız Devrimi, uzun süren bir düşük şiddetli kuluçka döneminden sonra aniden, çok yoğun, çok keskin bir patlama ile - bir diyalektiksel sıçrama gibi - ortaya çıkan yüksek şiddetli, keskin, sert devrimlerdir.
İşte, ülkemizde vuku' bulmakta olan hadise, yaşanmakta olan süre, bir yanıyla bu karakterdedir: Alt'tan, Toplum'dan gelen ve düşük yoğunluklu bir "devrim" süreci.
Toplumun tabanında başlayan bu gelişme süreci, birçokları tarafından ileri sürüldüğünün aksine ne hainane bir komploya delalet etmektedir, ne bir "dış-güç" müdahalesine, ne bir kaosa ve ne de bir "irticai ayaklanma"ya; tam tersine, bütün bunlar, ülkemizin yaşamakta olduğu son derece önemli bir tabii sürecin tevlid ettiği zaruri ve tabii bir keyfiyetin, bir "doğum süreci"nin zorunlu kıldığı "doğum sancıları" olarak kabul edilmelidir.
Türk Toplumu, son derece önemli ve radikal bir toplumsal değişme süreci geçirmektedir. Bu süreç, toplumumuzun tarihi gelişiminin bir sonucudur ve bu toplumsal değişme, sadece sayıya münhasır bir niceliksel değişme değildir; "niceliksel değişme"nin, henüz yeterli olmamakla beraber, belirli bir 'eşik değeri'ne ulaşmış ve artık bir "niteliksel değişme"ye münkalib olma aşamasına gelmiş, daha doğrusu ona yaklaşmış radikal bir değişmedir. Asıl sancılar bundandır.
Evet; Türkiye, bir "devrim süreci" yaşamaktadır. Bizler, bütün Türk Milleti, fiilen yaşanmakta olan bir devrimin tam içerisinde bulunmaktayız; yani hepimiz Devrim'in ve Tarih'in şahitleriyiz. Bu devrim, yeni başlamış değildir; kökü çok derinlerdedir; son zamanlarda vukua gelen günlük hadiselerin, politik dalgalanmaların büyük bir çoğunluğu ile doğrudan bir ilgisi yoktur; onların ürünü değildir ve fakat birçok bakımdan onları doğrudan veya dolaylı olarak üreten kaynaktır. Devrim, düşük bir şiddete (yoğunluğa) sahiptir; uzun bir süreye yayılmıştır, hızı yavaştır, şiddeti (magnitüdü) düşüktür, ilk ve kaba bir bakışta hemen dikkatleri çekmemesi bundandır.
Fakat bu devrim de, her devrim gibi, önünün kesilmesi gibi ciddi bir tehdit altındadır; bu tehdidin tahakkuku, Devrim'in dejenere olmasına veya boğulmasına yol açabilecektir ki yukarıda sözünü etmiş olduğum aksi yöndeki gelişme de bu tehditten kaynaklanmaktadır.
İmdi: Taban'dan gelen bu devrimin önünde bazı büyük engeller vardır ve şimdi önünü kesebilecek, mağlup veya denejere edebilecek vasatı yaratanlar da bu sebeplerdir.
BİR: İntelijansiyasızlık! Asıl olarak Halk'ın adeta sezgileriyle, karanlıkta el yordamıyla yürüttüğü Devrim'in sıhhatli bir intelijansiyası yoktur. Bu keyfiyet, Devrim'in yozlaşması veya çözülmesi hususunda en ağır sebeplerden birisini teşkil etmektedir; zira, Tarih, bir intelijansiyası olmayan her devrim sürecini hazin bir akıbetin beklediğini göstermektedir: İntelijansiyası olmayan veya kendi intelijansiyasını yaratamayan her devrim girişimi, bir nevi' "köylü isyanı"na inkılab eder ki bütün köylü isyanları da kat'i neticeyi istihsal edemezler ve bastırılırlar. Bir anlamda, çok zayıf ve emekleme döneminde olsa da, bir nevi' çağdaş bir Türk Protestan ahlakı geliştiren Devrim'in asli karakterlerinden birisi olan dindarlık-muhafazakarlık, "Radikal İslamcı" intelijansiya tarafından kullanılmış ve sonunu hazırlamaya yol açmıştır. Söz konusu bu intelijansiyanın ne denli "kötü" olduğu, şartlar değişince nasıl yüz geri ettiği ile; dün lanetledikleri Batı'nın bugün nasıl avukatı kesilmeleri ile çok bariz bir şekilde tavazzuh etmiş bulunmaktadır.
Fakat bu handikap, asıl başka bir handikaptan beslenmektedir: Devrim, günümüze kadar bir "sosyal ve kültürel gecikme"ye maruz kalmış bulunan ve taşralı-köylü evsafındaki muhafazakar kesimden gelmektedir.
İKİ: Devrim de her devrim gibi Tavan'a, İktidar'a yönelmiş olmakla, Kontrat üzere teşekkül etmeyen devlet yapısının "sahibi" olan seçkinler ve seçkinciler ile kaçınılamaz olarak yolunun kesişmesine sebebiyet vermiştir; Devrim'in önündeki en büyük ve en zorlu rakip ve hasım, budur.
ÜÇ: Devrim'i basitleştirerek adi bir parti iktidar basamağına dönüştürmek isteyen ve saçmalıklarla, boşboğazlıklarla, sürü-sepet yanlışlarla işba halinde olan Refah Partisi Tecrübesi çok kötü neticelere sebebiyet vermiş; bir yandan O'nu içten dejenere ederken diğer yandan da daha henüz buluğ çağını idrak etmediği çok erken bir döneminde, elinde Devlet gücünü tutan elitlerle açık çatışmaya sokmuş ve dıştan tahrib edilmesine, önünün kesilmesine yol açmıştır.
DÖRT: Devrim'in yolu yine kaçınılmaz bir zaruret ile "gayri milli, besleme sermaye" ile kesişmiştir; fakat bu kesişme, çok kötü bir çağında, çocukluk döneminde, henüz ayaklarının üstünde kuvvetlice durmaya muvaffak olamadığı bir dönemde gerçekleşmiş; bir yandan bir besleme devlet burjuvazisi niteliğinde ve diğer yandan da dış sermayenin ajanı niteliğinde olan bu gayri milli sermaye, rejim problemleri kışkırtmaları ile Devlet gücünü kullanarak, Devrim'in üstüne yürümüş ve onun iktisadi kaynaklarını büyük ölçüde boğmuştur. Bu boğma işleminde, Devrim'i parti hesapları için istismar eden "Refah Partimiz" ve "Refah zihniyeti" de aşikar bir surette bu cinayetin kanına ellerini bulaştırmıştır.
Şimdi, yukarıda hulasatan tadat etmeye çalıştığımız sebeplere binaen bu devrim çok büyük darbeler almış ve önü büyük ölçüde kesilmiştir.
Gerçi, Taban'da maya tutan her hareket eninde-sonunda kendisini Tavan'a kabul ettirir; hiçbir devletin gücü Alt'tan gelen bir toplumsal gelişmeyi ilanihaye durdurmaya yetmez; ama, toplumsal gelişmeler de dejenere olabilirler.
İşte, bu dejenerasyonun semptomlarından birisi, Devrim ile taban-tabana zıt bir gelişme olan Psişik Çöküş ve Çözülme'dir. Henüz kemal mertebesine ulaşabilmenin hayli uzağında olan; sivil refleksleri tekamül etmemiş, "Sivil İtaatsizlik" nedir bilmeyen; hala zihniyet dünyasının derinliklerinde "Biat ve Otoriteryenlik Kültürü" diri bir halde bulunan Türk Toplumu, girişmiş bulunduğu "huruc"un zora girmesiyle "bozguna uğrama" psikolojisine saplanmış görünmektedir.
Bu çatışkınlıkların sonucu nereye varır? Bunu ancak yaşayanlar görecektir; lakin, şu hususu bildirmekte fayda mülahaza ediyorum: Dörtbin yıldan beri birçok devleti yutan bu coğrafya, zayıf toplumlara hayat hakkı tanımıyor; o halde, karamsar olmayalım, ama, "Türkiye'ye birşey olmaz" aforizmasının da bir zehir gibi beyinlerimize şırınga edilmesine müsaade etmeyelim.
Türkiye'ye çok şeyler olabilir.
O halde, birbirini itmam eden şu iki sualin üzerinde yüksek sesle tefekkür edelim:
Türkiye'de Neler Oluyor; Türkiye'ye Neler Oluyor?
Durmuş Hocaoğlu