Doç. Dr. Serhat Erkmen Yazdı; Musul Operasyonu ve Türkiye'nin Güvenliği
Doç. Dr. Serhat Erkmen│Kasım 30, 2016
Musul operasyonu ve Türkiye'nin güvenliği
DEAŞ'ın Musul’dan çıkarılması için başlatılan operasyon birinci ayını doldurdu. Şehrin bazı ilçeleri ve şehir merkezine yakın bazı dış mahalleler Irak ordusu, Peşmergeler ve Haşdi Şabi’nin kontrolü altına girdi.
DEAŞ'ın Musul’dan çıkarılması için başlatılan operasyon birinci ayını doldurdu. Şehrin bazı ilçeleri ve şehir merkezine yakın bazı dış mahalleler Irak ordusu, Peşmergeler ve Haşdi Şabi’nin kontrolü altına girdi. Çatışmalar şehrin farklı bölgelerinde devam ediyor ve gittikçe şiddetleniyor.
Bu ortam içinde Musul’a ilişkin haber ve analizlerin çoğu, çatışmanın gidişatına odaklanmış durumda. Bununla birlikte Musul operasyonu, Türkiye’nin güvenliğini kısa ve uzun vadede etkileyecek bir dizi gelişmeyi halihazırda tetikledi. Bu nedenle Türkiye üst üste açıklamalar yaparak Irak hükümetine, bölgede çatışan gruplara ve bu grupları destekleyen koalisyona sürekli mesajlar gönderiyor. Peki, Musul operasyonu Türkiye’nin güvenliğini kısa ve uzun vadede nasıl etkileyebilir?
Musul operasyonunun ortaya çıkardığı dinamikler
Operasyondan önce tartışılan konuların başında, siyasal bir uzlaşıya dayanmayan bir askeri harekâtın yeni krizlerin temelini atabileceği geliyordu. Bu nedenle, operasyonun askeri hazırlıkları daha önce tamamlanmasına rağmen, Musul’un yerli halkı, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ve Irak merkezi hükümeti arasında siyasal bir uzlaşı sağlanmaya çalışılmıştı. Ancak ABD’deki başkanlık seçimi öncesi Obama yönetiminden gelen baskı ve Bağdat’ın kendi içindeki ihtilafları, siyasal uzlaşının sağlanamamasına neden oldu. Oysa Irak’ta 2004-2009 arasında yaşanan yoğun iç çatışma dönemi, politik bir uzlaşıya dayanmayan bir askeri çözümün nihayetinde yeni bir krize dönüşeceğini defalarca göstermişti.
Konuya ilişkin askeri ve taktik değerlendirmeler bir kenara bırakıldığında, Musul Operasyonu dört önemli dinamiği bir kez daha su yüzüne çıkarmıştır: Çatışmanın mezhepsel boyutu, Erbil-Bağdat arasında yaşanacak egemenlik/toprak sorunu, Irak siyasetinde parlamento ve siyasal partilerin etkinliğinin azalması ve birbiriyle rekabet eden dış güçlerin açık yönlendiriciliği.
Çatışmanın mezhepsel boyutunun artması
Irak’taki çatışmalarda mezhepsel boyut her evrede biraz daha artıyor. ABD işgaline karşı 2003 ortalarında başlayan direnişten 2016’daki Musul operasyonuna doğru gelen süreçte, iç aktörler arasındaki her çatışma daha fazla mezhep temelli hale geldi. Aslında bunu Iraklı siyasiler ve yabancı aktörler de görüyor. Bu nedenle her iki grup da Irak’ta mezhepçiliğin tırmanmasının önüne geçilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Fakat bu uyarılar söylemsel düzeyin ötesine hiç geçmedi.
Musul Operasyonu için önce Haşdi Şabi’nin sınırlı bir rol oynayacağı, kritik bölgelerde Irak ordusunun kullanılacağı söylendi. Sonra Irak ordusu içinde oluşturulan tugay ya da alay seviyesinde bazı birimlerin, milislerin ordu içine eklemlenmesiyle oluşturulduğu ortaya çıktı. Nihayetinde neden olacağı sorunlar öngörülmesine rağmen, başta Telafer olmak üzere çeşitli bölgelerde, çatışmanın asıl aktörünün milis grupları olduğu belirginleşti.
Üstelik, maalesef beklendiği gibi, son iki yılın Irak toplumunda yarattığı travma güvenlik güçlerinde sivil-terörist ayrımı yapılmamasına neden oldu. Iraklı güvenlik güçlerinin DEAŞ'tan temizledikleri yerlerde sivil halka ayrım gözetmeksizin yaptığı kötü muamele, önce söylenti olarak dolaşmaya başladı. Sonra bu söylentiler video kayıtlarıyla sosyal medyaya yansıdı. Sonuçta Uluslararası Af Örgütü 10 Kasım tarihinde Musul’un güney ve güneybatısında yapmış olduğu çalışmalar sonucunda, Federal Polis üniforması giyen kişilerin, bazı köylüleri veya DEAŞ yanlısı olduğu ileri sürülerek yakalanan kişileri işkence ederek ya da yargılamadan doğrudan öldürdüğüne ilişkin bir rapor yayınladı. Çatışma uzadıkça, sertleştikçe ve daha kritik bölgeler alındıkça, bu örneklerin sayısının artması ihtimali çok yüksek.
Bu durumun kısa vadede toplumda yarattığı etkiler son derece önemli görünüyor. Ancak bunun da ötesinde, uzun vadede Sünni-Şii ayrışmasını körükleyeceği, yakın gelecekte doğabilecek yeni silahlı kalkışmalara zemin hazırlayacağı unutulmamalı. Üstelik Iraklı milis liderlerinin açıklamalarından da görülebileceği gibi, bu çatışma Musul ile sınırlı kalmayacak. Suriye hükümetinin istemesi halinde Iraklı milislerin Suriye’ye de gidebileceğinin belirtilmesi, çatışmanın Irak içinde kalmayacağının, kısmen mezhep, kısmen de stratejik çıkar ekseninde Suriye’ye ve belki de oradan diğer ülkelere sıçrayacağının önemli bir işareti gibi görünüyor.
Erbil-Bağdat arasında yaşanacak egemenlik/toprak sorunu:
IKBY açık bir biçimde Musul’un belli bölgelerini kendi kontrolü altına almak isterken, şehrin geri kalanında, milis gruplar yerine Musullu yerel güçlerden oluşan bir yapı istiyor. IKBY Musul’un kurtarılmasından sonra, merkezi hükümeti siyasi, askeri ve ekonomik anlamda güçlendirecek bir sürecin yaşanmasından hiç de memnun olmayacak. Üstelik Iraklı Kürtler, DEAŞ'a karşı verilen savaş sürecinde, uluslararası meşruiyet, toprak, askeri eğitim ve teçhizat bağlamlarında güçlendi.
IKBY’yi bugün Bağdat’a bağlayan yegane faktör, maaşları ödeyemeyecek hale gelmesine neden olan çarpık ekonomik yapı. Ekonomik sorunlar ve içeride kutuplaşmaya varan politik anlaşmazlık nedeniyle IKBY’deki siyasi kurumlar kilitlendi. Parlamento uzun süredir çalışmıyor. Bazı il ve ilçelerde maaşların ödenememesi ve hizmetlerin sağlanamaması nedeniyle yönetim karşıtı protestolar her geçen gün artıyor.
Bu bağlamda Iraklı Kürtler, kendi içlerinde parçalanma ile Bağdat’tan ayrılarak ayrı bir devlet kurma arasındaki geniş bir sarkaçta salınıyorlar. Musul’daki yeni kazanımlar iç politikada KDP’nin elini güçlendirse de, KYB’nin güçlü olduğu Kerkük’ün IKBY’ye dahil olması ihtimali, KDP lehine gelişen dengeyi bozuyor. Üstelik Sincar merkezli gelişmeler ve Suriye üzerinden artan prestiji nedeniyle PKK’ya yönelen bir sempati var. Böyle bir ortamda, Kuzey Irak’taki partilerin karşılaştığı iç sorunları aşamayarak parçalanması da, Irak’tan ayrılarak bağımsız bir devlet kurması da Türkiye için olumsuz gelişmeler olarak algılanıyor. İlk olasılık, Kuzey Irak’ın doğu kısmını tamamen İran’ın etkisine açık haline getirebilecekken, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki ekonomik beklentilerinin de büyük ölçüde sınırlanması anlamına gelebilir.
İç bütünlüğünü sağlayamayan Iraklı Kürtlerin, olası bir parçalanmayı engellemek ve uluslararası camiada oluşan olumlu atmosferden yararlanmak için bağımsızlık ilan etmesi ise tam bir karmaşa senaryosu. Mesut Barzani ve Neçirvan Barzani son dönemde üst üste, Musul operasyonundan sonra bağımsızlık seçeneğinin tekrar gündeme geleceğini açıkladılar ve her fırsatta bu sözleri yinelemeyi sürdürüyorlar. Türkiye’nin KDP’yle ilişkileri ne kadar iyi olsa da, iç politikada hayli hassas günler yaşayan Türkiye’nin, böylesi bir ortamda sınırında bir ‘Kürdistan’ı kabul edip etmeyeceği tartışması, sadece dış politikada değil, iç politikada da yeni bir çıkmaz yaratabilir.
Irak siyasetinde parlamento ve partilerin etkinliğinin azalması
2014’deki seçimden sonra, ülke öylesine bir kaosa sürüklendi ki bu süre zarfında siyasi kurumlar büyük ölçüde devre dışı kaldı. İşgal sonrası Irak siyasetinin en önemli özelliklerinden birisi, siyasi partilerin aynı zamanda defakto bir silahlı güce dayanmasıydı. Ancak bu olguda, ülkenin kuzeyi dışında önemli bir değişim oldu. Artık siyasi partiler yerelde rant dağıtmak ve birbirine üstünlük sağlamak için silahlı güçlerden destek aramıyor. Tersine silahlı güçler siyasal alanı ve partileri domine ediyor. Çatışma dinamiği öylesine yükseldi ve ordu ve polis gibi ‘devletin kurumları’ dışındaki alanda milisleşme öylesine yayıldı ki siyasal retoriğin belirlenmesinde silahlı güçler ön plana çıktı. Bunun en açık örneklerinden biri, önde gelen Şii milis liderlerinden Kays Gazali'nin, Musul’da Kerbala’nın intikamını almaktan bahsetmesidir.
Bir başka örnek, Ankara-Bağdat gerginliğinde, milis liderlerinin yaptığı sert açıklamaları siyasal önderlerin izlemek zorunda kalması. Üstelik bu olgu sadece orta ve güney Irak’ta görülmüyor. Yapılacak ilk seçimde, Sünni Arap bölgelerindeki geleneksel liderlerin yerini, bugün hükümet ile işbirliği yapan, ancak önümüzdeki dönemde onunla sorun yaşayabilecek Sünni Arap liderlerin aldığı görülecektir. Üstelik bu, yakın geçmişte Sünni Arap bölgelerinde Sahva güçlerinin oynadığı rolün çok daha ötesine geçebilecek bir potansiyel taşıyor. Özetle, Irak devletinde merkezi hükümetin gücünün zayıflaması ve devlet kurumlarının beklenen rolü oynayamaması sadece Bağdat-Erbil geriliminde değil, Irak siyasetinin diğer alanlarında da olağanüstü bir kırılma etkisi ortaya çıkarmış görünüyor. Musul Operasyonu sırasında bu durumun örnekleri her geçen gün daha fazla açığa çıkıyor.
Dış güçlerin yönlendiriciliği
ABD’nin işgalinden sonra Irak, dış güçlerin siyaset ve güvenlik üzerindeki etkisine son derece açık hale geldi. Musul operasyonunda ise bu durum artık inkar edilemez bir boyuta ulaştı. Operasyonun zamanlamasıyla ABD seçimleri arasındaki ilişki, İran’ın operasyonların yürütülmesinde oynadığı rol, Rusya’nın Bağdat üzerindeki etkinliğinin Soğuk Savaş sonrasının zirvesine ulaşması bunun en açık göstergeleri. Ancak bu 'çok patronluluk' durumu ortak bir düşmanın mevcut olduğu dönemde çok göze çarpmasa da, operasyonun bitiminden sonra kurulmak istenen dengelerde ya açık bir çatışma yaratacak ya da bazı dış güçlerinin yerini diğerlerine bırakmak zorunda kalmasına neden olacak. Şu anda Musul operasyonu, büyük ölçüde Rusya’nın dışarıdan desteklediği, ABD-İran ortak yapımı bir planlama ile yürüyor.
Fakat Trump’ın seçilmesinden sonra ufukta görünen ABD-İran gerginliğinin Irak üzerinde yeni bir çatışma dinamiği meydana getirmesi ihtimali küçümsenmemeli. Şimdilik bu sorun ön plana çıkmış değil, fakat Obama döneminde Irak üzerindeki ABD ve İran arasında göreli dengeli bir işbirliği/rekabet döneminin, Trump’ın sertlik yanlısı ekibiyle birlikte yerini tam rekabete bırakması, Irak’taki yeni parçalanma dinamiğinin ana hattını oluşturması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Musul operasyonunun Türkiye’nin güvenliğine etkileri
Musul operasyonu Türkiye’nin güvenliğini kısa ve uzun vadede farklı biçimlerde ve olumsuz anlamda etkiliyor. DEAŞ'ın Musul’dan çıkarılması, Türkiye gibi bu örgütün terörist saldırılarına maruz kalan bir ülke için elbette olumlu bir gelişme. Irak ve Suriye’deki dengeleri olumsuz anlamda bozan ve Türkiye’ye de bir tehdit haline gelen bu örgütün ortadan kaldırılması, Türkiye için de stratejik bir önem arz ediyor. Bununla birlikte, Musul operasyonu sırasında yaşanan gelişmeler ve ortaya çıkan dinamikler Türkiye’nin güvenliği üzerinde şu etkileri yapabilir:
1. Operasyon sonrasında Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması daha da güç hale gelecektir. İşaret edilen Erbil-Bağdat ayrışması, gerek Kuzey Irak’ın iç dinamikleri gerekse de Erbil-Bağdat arasındaki egemenlik/toprak/enerji kaynaklarının paylaşımı sorunları nedeniyle parçalanma ihtimali artmıştır. Üstelik yeni Amerikan yönetiminin olası İran politikaları ve Kürt devleti konusundaki tutumu, bağımsızlığın önünü açacak gelişmeleri tetikleyebilir. Irak’taki gönüllü bir ayrılık ya da parçalanmanın Türkiye’yi çok zor bir duruma iteceği açıktır.
2. Mezhep eksenli çatışmanın Suriye ve Irak bağlamında derinleşmesi, Ortadoğu’daki bölgesel denklemde mezhep çatışmasını daha da artıracaktır. Bu durum Ortadoğu’yu daha da istikrarsızlaştıracağı gibi, Türkiye’yi de içine çeken yeni bir ittifaklar silsilesinin oluşmasına neden olabilir. Suudi Arabistan-İran gerginliği tırmandıkça, Türkiye de tamamen tarafsız kalamayabilir. Üstelik bu süreçte Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye odaklanan Türkiye’nin, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi farklı seçenekleri değerlendirmeye aldığı bir dönemde, zor bir karar verme noktasına gelmesi ihtimali vardır.
Batıyla yaşanan gerginliğin Ortadoğu’ya yansıması, Türkiye’yi son 10 yılda iyi ilişkiler geliştirdiği ülkelerle olan ilişkisinde de zorlayabilir. Rusya ile ilişkileri geliştirirken Batı karşısındaki cepheye doğru kaymak ABD eliyle Irak’ın parçalanması olasılığını güçlendirirken, Batı ülkeleriyle Ortadoğu’da girişilecek yakın bir işbirliği Türkiye-İran rekabetini körükleyecektir. Elbette her ikisinden bağımsız, tek başına bir politika da izlenebilir. Fakat bu durumun kapasite, kaynak ve bölge dengeleri açısından gerçekçiliği dikkatle değerlendirilmelidir. Bu tür bir karar, Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta çok daha fazla sınır ötesi operasyona girmesiyle neticelenecektir.
3. Suriye’nin tersine, Türkiye’nin Irak’taki yerel müttefikleri ya zayıflamaktadır ya da Türkiye bunlar üzerindeki etkisini kaybetmeye başlamıştır. Musul operasyonu sırasında Türkiye’nin desteklediği ve eğittiği grupların, operasyona çok sınırlı bir ölçüde dahil edildiği görülmektedir. Bağdat’taki yerel müttefikleri Irak siyasetindeki gelişmelerin sonucunda zayıflayan Türkiye’nin, Sünni Araplar üzerindeki etkisi de belli gruplarla sınırlanmıştır. Türkiye ile ilişkisi iyi olan Sünni Araplar da Irak siyasal sistemindeki gücünü büyük ölçüde kaybetmiştir. Iraklı Kürtler bağlamında KDP ile ilişkiler mevcut durumunu korusa da, Kuzey Irak’taki iç dinamikler nedeniyle, KDP’nin gücü Erbil ve Duhok’la sınırlı kalmaktadır. Musul’un kuzeyine giren KDP peşmergeleri, denklemi kısmen değiştirebilse de IKBY’deki iç dengeler süreci etkileyebilir. Türkmenlerin ise önemli bir kısmı kendi içlerinde bölünmüş durumda. Milisleşmenin sonucunda bir kısmı İran’a kayan Türkmenler üzerindeki Türkiye etkinliği de gerileme evresindedir. Bu nedenle Türkiye her geçen gün Irak özelinde de, yerel müttefiklerinin siyasi ve askeri kapasitesinden ziyade, kendi askeri kapasitesine dayanmak zorunda kalmaktadır.
4. PKK gerek Kuzey Irak’taki iç dengeler gerekse Irak hükümetinin kendisine alan açmasıyla, Irak içindeki siyasi ve askeri varlığını güçlendirmiştir. Musul operasyonu sırasında PKK Telafer’e ilerlemeyebilir. Fakat bu onun Sincar’daki varlığını ortadan kaldırmamaktadır. Ancak bu süreçteki asıl gelişme PKK’nın silahlı kapasitesini artırması değil, Ortadoğu’daki girift siyasal ittifak ilişkilerine YPG üzerinden ‘meşru’ bir aktör olarak dahil olma girişimidir. Iraklı milislerin Suriye’deki iç savaşa daha açık ve başta Rakka bölgesi olmak üzere Suriye’nin doğusunda dahil olması, sadece Sünni-Şii savaşının coğrafyasını genişletmeyecek ve tarihsel düşmanlığı körüklemeyecektir. Aynı zamanda YPG ve Iraklı Şii milisler arasındaki operasyonel ortaklık, sürekli açık olan iletişim kanalları ve hatta Türkiye düşmanlığı üzerinden, uzun süreli ortak bir algı geliştirme potansiyeli taşımaktadır. Bu 6-7 yıl öncesine kadar Türkiye’nin PKK’yla mücadelede Şii Arapları asli ortak görmesi sürecinden çok daha farklı bir düzleme geçilmesine neden olabilir. Kerkük ve Tuzhurmatu gibi bölgelerde, DEAŞ'tan sonra PKK varlığını istemeyen milis gruplardan, Rakka’da ortak hedefe karşı operasyon yapan gruplara dönüşülmesi, uzun vadeli bir stratejik sorun olabilir.
5. Irak’ta Türkmenlerin her geçen gün zemin kaybettikleri görülmektedir. Irak’ta Türkmen milliyetçiliğinin kalesi olan Kerkük’te dahi, Türkmenler arasına ciddi tartışmalar ve ihtilaflar baş göstermiştir. Telafer’de yaşanabilecek bir felaket ise Irak’ta Sünni-Şii geriliminin ötesinde, büyük bir Türkmen travmasına dönüşebilecek bir potansiyel taşımaktadır. Telafer geçmişte de mezhep temelli bir savaşa sahne olmuştu. Ancak bugünkü bilinç ve mezhepsel çatışma düzeyi dikkate alındığında, yaşanacak bir krizin Türkmenler arasında çok daha derin bir kırılmaya yol açacağı öngörülebilir.
Doç. Dr. Serhat Erkmen