Cevher Dudayev
1944 senesinin ilk günlerinde Çeçenistan’ın Yalho köyünde doğdu. Tarihin gördüğü en vahşi sürgünlerden biri ile henüz kundakta iken, 500 bin insanla birlikte Kazakistan’a sürgün gitti. Sadece yollarda binlerce insan hayatını kaybederken Dudayev Allah’ın takdiri gereği hayatta kaldı. O takdir ki, gelecekte onu şanlı bir lider olarak bize tanıtacak ve mübarek bir şehit olarak aramızdan alacaktı.
Çocukluk yılları Kazakistan’ın Çimkent şehrinde geçen Dudayev, büyük bir kıtlık ve yokluk hayatı yaşadı. Böylesine ağır hayat şartları altındayken annesinin anlatmaktan bıkmadığı Çeçenistan hikâyeleri ile büyüdü. Dini düşüncelerin yasaklandığı bir karanlıkta, ailesi sayesinde manevi bir atmosferde iyi bir Müslüman olarak yetiştirildi. 1957 yılında Çeçenistan’a geri dönüş izni çıktığında Dudayev ailesi de vatanına geri döndü. Zeki bir öğrenci olan Cevher Dudayev, Tambov Hava Harp Okulu’na girmeyi başardı. 1966 yılında Uzun Mesafe Uçak Pilotluğu ve Mühendisliği Okulu’nu, devamında da Gagarin Hava Harp Akademisi’ni bitirdi. Daha sonra da Alla Dudayeva ile hayatını birleştirdi.
1989 yılında Glasnost ve Perestroyka politikaları, tarihin en karanlık rejimi komünizmin sonunu getirirken, Dudayev tuğgeneral olarak Estonya’da bulunuyordu. Bağımsızlık rüzgârlarının estiği Estonya ve diğer Baltık ülkelerindeki isyanları zor kullanarak bastırması istendiğinde, “Toprağı için, vatanı için mücadele eden insanlara asla bomba atmam!” diyerek kendisine verilen emri reddetti. Dudayev bu olaydan sonra Estonya’da kahraman, Rus ordusunda ise “Asi General” olarak anılmaya başlandı.
Bu sıralarda Çeçenistan da kaynamakta idi. Yandarbiev ve arkadaşları Çeçenistan’ı bağımsızlığına kavuşturmak için çoktan organize olmuşlar ve mücadeleye başlamışlardı. Dudayev de olan bitenin farkındaydı. Estonya krizi sonrasında Rus ordusunun istenmeyen adam ilan ettiği Dudayev, Yandarbiev’in daveti üzerine istifa etti ve vatanı Çeçenistan’a döndü. 1990 yılında toplanan Halk Meclisi’nin başkanlığını yaptı. 6 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlık kararı alınınca, aday olarak girdiği başkanlık seçimlerinden oyların %85’ini alarak galip çıktı ve Çeçenistan devlet başkanı oldu. Dudayev’in en büyük hayallerinden biri de Kafkasya halklarının birliği idi. 1992 yılında başlayan Abhazya Savaşı’na Şamil Basayev komutasında Çeçen savaşçıları gönderip Kafkas Halkları Konfederasyonu’na destek verdi.
Moskova, Kafkasya’nın kalbinde gelişen bu olayları hiç de iyi bir gözle takip etmiyordu. Dudayev, Çeçen halkının artık yola Rusya’dan ayrılarak devam edeceğini söylüyor ve Kafkasya birliğinden bahsedenlere destek oluyordu. Oysaki Moskova’nın Kafkasya’yı kaybetmeye tahammülü yoktu.
Savaş çanları çalmaya başladığında, Dudayev Rusya ile görüşme yolları aradı. Hatta Tataristan’ın biraz üstünde bir statüde bağımsızlık karşılığında, Rusya Federasyonu’nda kalmak bile tartışıldı. Dudayev sonuna kadar savaşın karşısında olsa da Moskova, “Asi General”in yola getirilmesine karar vermişti. Önce içeriden hainler organize edilerek bağımsızlık engellenmek istendi ama başarılı olunamadı. Zira Dudayev ve arkadaşlarının yaktığı ateş Çeçenistan’ı çoktan kavurmaya başlamıştı, devamında ise tüm Kafkasya’yı saracağı kesindi. Bu dönemde Rusya adalet bakanı olan Çerkes kökenli Kalmuk Yura -bu karar alındığı anda görevinden istifa etmiştir- Moskova’nın savaşa karar verdiğini yakın bir dostuna şu sözlerle anlatıyordu: “Güvenlik Konseyi, bu savaşın başlatılması yönünde bir karar aldı. Bunun dönüşü yok artık. Konsey üyeleri, iç politikada bir takım dengeleri oturtabilmek için Rusya’nın kazanabileceği küçük bir savaşa girmesinin gerekli olduğu düşüncesinde hemfikirler. Alınan bu karar gereği de Rus ordusu Çeçenistan’a girecek.”
11 Aralık 1994 günü Rusya -sadece iki saatte almak kaydı ile- Çeçenistan’a saldırdığında, Dudayev çok iyi tanıdığı Rus ordusuna asla unutamayacağı bir direnişle cevap verdi. “Son Çeçen canını vermeden Ruslar asla Çeçenistan’ı alamazlar!” diyerek cihad ilan etti. “Bizi öldürebilir, ezebilir, üstümüzde tanklarla dans edebilir, vücudumuzu parçalayabilirler... Fakat özgürlük ve bağımsızlık ruhumuzu asla yok edemezler...”
Dudayev 21 Nisan 1996 günü uydu telefonu ile bir Duma milletvekili ile görüşürken güdümlü bir füze saldırısı sonucunda şehit edildi. Çok önceleri söylediği, “Şehitliğe talibim. Şehitliği büyük bir rütbe ve makam olarak kabul ediyorum. Ülkemin bağımsızlığı ve halkımın hürriyeti için ölene kadar savaşmaya hazırım!” sözü ile iman dolu kalbini çoktan ifşa etmişti. İlk olarak ABD tarafından doğrulanan suikast onun şehadetiyle Çeçenistan’da her şeyin bittiği şeklinde lanse edildi. Oysaki Dudayev sözde hür dünya devletlerinin hiçbir zaman anlayamayacağı bir gerçeği halkına anlatmıştı. Çeçenler büyük şehitlerinin izinde, iki yıl süren savaş sonucunda, Rusları yendiler. Moskova’nın bu “küçük savaşı”nda Çeçenistan 150 bin insanını şehit verdi.
Dudayev gerçek bir liderdi; asla para, makam, mevki gibi şeylere meyli olmadı. Savaş süresince kendisine yapılan yüklü miktarda para, ülkeden çıkışının ve can güvenliğinin sağlanması gibi teklifleri hiçbir zaman kabul etmedi. O sadece halkına güvendi. Basın mensuplarının savaş öncesinde sorduğu “Kaç generaliniz var?” sorusuna “Her Çeçen bir generaldir, ben sadece milyon birinciyim.” diyecek kadar alçak gönüllü idi. Bağımsızlık ilanının ardından tanınma için başvurduğu devletlerden olumsuz yanıt aldığında verdiği cevap bu mücadelenin aslında temel taşı idi: “Bizi tanımazsanız biz de sizi tanımayız!”
Çeçenistan büyük liderini hiçbir zaman unutmadı. Bağımsızlık savaşında 300 bin Çeçen şehit edildi, binlercesi hâlâ sürgünde. Dünya onları unutsa da onlar liderlerini asla unutmadılar. Kutlu mücadeleleri devam ediyor. Savaş neden bu kadar uzun zamandır sürdü derseniz, yine onun ağzından cevap vermek gerekir, “100 yıl köle olarak yaşamaktansa bir gün şerefli ve başı dik durmayı tercih ederim...”