Ben Kimim?

“Evet, ben kimim?”
“Nereden geldim?”
“Neden geldim?”
“Nereye gidiyorum?”
“Amacım ve yaradılış gayem ne?”
sorusunun yanıtını gelişmek ve kapasitesi artırmak isteyen beşeriyetin temel sorusu olduğu kadar benimde sorum...
Acaba kendimi ne kadar tanıyorum?
Ya da tanımaya çalışıyorum?
Hangi minvalde zayıfım?
Nerem güçlü?

Ne yapabilirim? Vss…
Bu nedenle iç varlığını araştırmaya yönelen ben, her beşer gibi etrafında dolaşabileceğim sahalar vardır ve bunların sayısını, niteliğini arttırmak çok önemli dedim ve 1976 yılında Nihal Atsız'ın "BOZKURTLARIN ÖLÜMÜ" kitabı ile yola çıktım.

Dava, milliyet, din, dil, kültür ve dolayısı ile hayat benim partnerimdir ve yaşamla aramdaki ilişkiye kendimi rahatça bırakabilmem için belli merkez noktalarını iyi kavramam gerekir diye düşündüm hep.
Ve hep öyle yaptım/yapmaya çalışıyorum...

Yukarıda yazılanların ışığında, kendim ile konuşup tartışan ve yüz yüze gelmekten korkmayan, sorgulayan ve sorgulama neticesinde gelişim göstermeye çalışan “ÜLKÜCÜ” bir kişiliğe sahip olmaktı, amacım.

Yararlı bir kişi olarak gelişip hem kendime/aileme, hem de mensup olduğum topluma, milletime yararlı hizmetler yapmak, insanlığa yararlı faaliyetler gösterebilmektir, gayem. Çünkü, biliyorumki bir ülkücü kendi ailesini düşünür ve ona karşı vefalı olursa, insanlık duyguları en olgun seviyeye erişeceği için, kendi ailesi dışındaki insanlara karşı da yararlı ve vefalı olur. Bir ülkücü kendi milletine faydalı olamaz, kendi milletine karşı bağlılık duymazsa, onun insanlığı düşünmekten bahsetmesi nihayet bir fantezi olur. Ülkücü, yetiştiği toprağın, yetiştiği milletin refahını, iyiliğini, saadetini ve şerefini temin etmelidir. Bunu yaptığı takdirde, o millet insanlığın bir parçası olduğu için, dolayısıyla tüm insanlığa da hizmet etmiş olacaktır.

İşte bu sebeple, "ülkücü olabilmenin" ve "ben" olabilmenin hazzını yaşıyorum...

Ülkücülüğü hiç bir zaman macera fikri olarak görmedim. Ben her zaman ülkücülüğü, Türk milletini en kısa yoldan, en kısa zamanda modern dünyanın en üst kademesine yükseltilmesi, müreffeh, mutlu bir hayata erdirilmesi, kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hale getirilmesi ve her çeşit korkudan, baskıdan uzak olarak, hür, müstakil yaşaması gerekliliğine inandım. Yıllardır bu gaye için mücadele ettim. Bu gaye aynı zamanda Türk olan herkese karşı ilgi ve sevgi göstermeyi, onların mutluluğunu dilemeyi ve onların mutluluğunu, memleketi risklere ve tehlikelere maruz bırakmadan, bırakmaksızın, bırakmamak şartıyla sağlamaya çalışmayı içine alan bir anlayıştır, dedim. Dolayısı ile, ülkücü olmanın milli dava ve nizam ölçülerinde millete kılavuz, milletin yolunu aydınlatan "insani ülkü” sahibi bir güneş olabilmenin, toplumsal liyakat sahibi olabilmenin portresini çizdim/düşündüm, yıllarca hemde.

"BEN"

Dava ve gönül adamı olarak, ahlaki bütünlüğü ve ruhi yetkinliği üst düzey tutmaya özen gösteren bir "Ademim..."

Şuurlu ve basiretli bir Müslüman, salih bir kul olmaya çalışan bir "Adem"
“Beşer, ülkücü, Türk, Müslüman, vatansever, dava adamı, Adem” bunlar elbette çok güzel kelimeler.
Ama önce “İNSAN-I KÂMİL” olmaktır aslolan, hem de ahlaklı olanından...

Saygılarımla
Yaşar Kiraz/Konya

Sayfa Bülteni

Soru ve görüşleriniz için yorum yapın: