Atatürk ve Türk Kültürü
1.GENEL:
Kültürün birkaç tanımı vardır. En önemli 3 tanım şöyle ifade edilmiştir:
- “Düşünceyi zenginleştiren, zevki incelten bilgilerin tümüdür.”
- “Bir ulusa niteliklerini veren, bir başka ulusta bulunmayan maddi ve ideolojik olguların tümüdür.” (1)
- “Bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde süregelen her türlü duygu, düşünce, yaşayış, dil ve sanat varlıklarının tümüdür.” (2)
Kültür insanlığın oluşumu ile birlikte başlamış olmakla beraber barbarlığın aşılmasından sonra insanların yerleşik hayata geçmeleri ile birlikte gelişme göstermiş anlam kazanmıştır. İnsanın alet kullanma alışkanlığı edindikten sonra konuşma ve yazma becerisini geliştirdiği bilinir. Zamanla her insan topluluğunun bulunduğu çevreye göre kendine özgü sosyo-kültürel özelliği ortaya çıkmıştır.
Bütün toplumlar için;
Kültürün içeriğini oluşturan unsurlar, kültürün alt başlıkları nelerdir sorusunun cevabı Atatürk Kültür Merkezi tarafından araştırılmış, kültürü meydana getiren unsurlardan ilk on unsur, şu şekilde tespit olunmuştur: (3)
1. Dil, 2. tarih, 3. Din, 4. Bilim ve teknoloji, 5. Sanat (Klasik Türk Müziği, Çağdaş Müzik, Halk Müziği, Mimarlık, Edebiyat, Tiyatro) 6. Örf adet Gelenekler,7. Folklor, 8. Hukuk ve Ahlak, 9. Devlet Anlayışı ve Devlet Yapısı, 10.Askerlik,
bütün kültür unsurlarının kültür bilimi içinde işgal ettiği yer, değişik toplumlardı, değişik bölge ve zamanlarda farklılıklar gösterebilir. Toplumların gelişmesinde, güçlenmesinde veya zayıf kalmaları halinde öne çıkan kültür unsurları değişebilir, bazı unsurlar çok daha fazla önem kazanabilir.
Kültür ile ilgili bozulma halleri; kültür buhranı, kültür yozlaşması, kültür erozyonu gibisözcüklerle ifade olunmaktadır.
Kültür bozulmalarının, kültür yozlaşmasının telafisi, giderilmesi diğer alanlardaki bozulmalardan örneğin; ekonomik buhranlardan daha geç ve güç olmaktadır. Daha çok emek ve daha çok zaman gerektirir.
Çoğu kez gelişmiş ülke kültürünün daha az gelişmiş ülke kültürüne egemen olabildiği görülür.
(1) Büyük Larousse sözlük ve Ansiklopedi Cilt 14 s. 7270.
(2) A’dan Z’ye Tarih Ansiklopedisi, Niyazi Akşit s. 656
(3) Atatürkçü Düşünce, Atatürk Arş.Merk. Yayını s. 812 - Suat İlhan “Atatürkçülük Kültür Unsurlarımızdan Birisidir”
2. ATATÜRK’TEN ÖNCEKİ DURUM
Türk kültürünün en önemli unsurlarından biri olan “dil”, çok önceden beri milli birlik ve beraberliğimizi sağlayıcı unsurlardan biri olmuştur. 730 yılında Türk alfabesi ila yazılmış Orhan Kitabesi Türklerin o yıllarda bir yazı diline sahip olduğumuz kanıtıdır.
Uygur Devletinde Türkçe iyi korunmuştur. 9. ve 10. yüzyıllarda Türkler İslam dinini kabul edince, Kur’an dili Arapça, Medreselerin de dili olmuş, Türk bilginleri eserlerini genellikle Arapça yazmaya başlamışlardır. Buna karşın;
Yusuf Has Hacip’in “Kutatgu Bilig”i Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügatit-Türk”ü, Ali Şir Navai’nin Türkçe’yi Farsça’ya karşı savunması, Karamanoğlu Mehmet bey’in 1278’de Türkçe dışında dillerin konuşulmasını ve yazılmasını yasaklaması, Anadolu da ünlü düşünürler, Yunus Emre , Piri Sultan Abdal’ın Türkçe’yi bir edebiyat ve düşünce dili olarak kullanmaları, Türklerin kendi öz ailelerini koruma mücadelesinin en belirgin örnekleridir.
Türk dillerinin bugüne ulaşmasında bu şahsiyetlerin katkısı büyük olmuştur.
Tanzimat dönemine kadar Osmanlı düzeni Büyük ölçüde İslam etkisi altında bulunuyordu. Tanzimat Döneminin başlamasından sonra, Osmanlı düzeni üzerinde İslam baskısının hafiflediği görülür. Ancak bu hafifleme, Osmanlı toplumunda Batının etkisiyle Kültür ikileşmesini meydana getirmiştir. Bu kültür ikileşmesi, derhal, eğitim alanına da yansımış, Medrese’nin yanında Mekteplerde açılmaya başlamıştır. Medreseler, İslam dinin kesin egemenliği altında kalmışlardı. Bunlarda özgür ve yaratıcı düşünceye yer yoktu. Medreselerin eğitim hedefi, İslam inancı ve ibadetleri ile şeriat esaslarını öğretmekti. Batıdan taklit yoluyla aktarılan Tanzimat Mekteplerinde ise, ancak dar bir alanda özgür düşüncenin varlığı kabul edilebiliyordu.
Kültür ikileşmesi Osmanlı hukuk sistemine de yansıyordu.
Bir yandan şeriat kuralları diğer yandan Batıdan taklit yoluyla alınan kurallar ve hukuk kurumları…
Bu kültür ikileşmesinde İslamcı düşünürlerin öne sürdükleri “Maddi medeniyet” ve “Manevi Medeniyet” ayrımı etkili olmuştur. İslamcılar, bilimle teknolojinin “Maddi Medeniyet” olduğunu ve Müslüman toplumlara aktarabileceğini; fakat “Manevi Medeniyet”in yani hukuk, ahlak, yaşam biçimlerinin reddedilmesi gerektiğini iddia ediyorlardı.
İslamcıların ağır baskıları karşısında Tanzimat yönetimleri bir yandan ülkede yerleşik ve çağdaş olmayan Kurum ve Kuralların da konmasını ödün olarak kabul etmişler, diğer yandan da çağdaş Kurum ve Kuralların da hayata geçirilmesine olanak tanımışlardı.
İslamcıların “Maddi Medeniyet” ve “Manevi Medeniyet” diye yaptıkları ayrım, ikinci Meşrutiyetten sonra zamanın ünlü düşün adamı Ziya Gökalp tarafından, “Hars” ve “Medeniyet” ayrımına dönüşmüştür. Gökalp’e göre “Hars” yani kültür, ulusaldır ve değişmez özellik taşır. Medeniyet ise bilim ve teknoloji içerdiğinden Uluslar arası bir karakter taşır. Gökalp, başka ülkelerden yalnız “Medeniyet” almaktan yanadır. Kültür değişmemelidir. (4)
Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Gökalp’in “Hars” ve “Medeniyet” ayrımına karşıdır.
3. ATATÜRK’ÜN KÜLTÜR ANLAYIŞI VE UYGULAMALARI:
Atatürk için kültür ve Medeniyet ayrılığı yoktur. Kültür ve Medeniyet birdir ve iç içe geçmiştir. O, bu konuda şunları söyler:
“Medeniyetin ne olduğunu hep başka başka tarif edenler vardır. Bence Medeniyet’i Hars’tan ayırmak güçtür ve gereksizdir. Bu görüşümü açıklamak için hars ne demektir tanımlayayım; Hars, insan toplumunun devlet hayatında, düşünce hayatında ve ekonomik hayatta yapabileceği şeylerin toplu sonucudur. Bir milletin Medeniyeti dendiği zamanda, Hars namı altında, saydığım insan toplumunun Devlet, düşünce ve ekonomik olarak üç nevi faaliyetinden başka bişey düşünülemez” (5)
Bu konuşmadan da anlaşıldığı üzere,Atatürk’ün Medeniyeti de içeren bir kültür anlayışı vardır. Şayet Atatürk Gökalp’in Hars ve Medeniyet anlayışını reddetmemiş olsaydı, Gökalp’in Ulusal saydığı alanlarda çağdaşlaşmayı gerçekleştiremezdi. Örneğin hukuk alanında çağdaş ülkelerden aktarma yapılamazdı. Zira Gökalp’e göre hukuk düzeni “Hars”ın bir ögesi sayılmaktaydı.
Atatürk döneminden önce yapılan reformlar, Medeniyet ve Kültür ayrımının etkisi altında kalarak sadece teknolojinin taklit edilmesi ile sonuçlanıyordu. Teknolojinin dışında “Hars” denilen şeyler aktarılmadığı için, taklitcilikten ileri gidilemiyordu. Bunun içinde çağdaş yaşayış biçimi benimsenmeden, çağdaş dünya görüşüne sahip olunmadan, toplumun değişmesi ve gelişmesi olanaksızdı.
Atatürk’ün nitelik bakımından Medeniyeti kültürden farklı görmemesi ve Medeniyeti kültürün özel bir durumu olarak açıklaması, bugün kültürel antropolojinin de tartışmasız kabul ettiği bir prensiptir. Atatürk’ün ölümünden sonra çok gelişen kültürel antropoloji, Atatürk’ün sağlığında vurguladığı esasları bugün bilimsel bir sonuç olarak kabul etmektedir.
Atatürk geleneksel kültürden çağdaş kültüre, inkılapçı atılımlarla geçilebileceği görüşündeydi. Geleneksel kültür unsurlarının yerini, yenilerinin alacağını kabul ediyordu. Örneğin; devletin geleneksel yönetim biçimi olan saltanat ve hilafet yerine, Cumhuriyet gelmiştir. İkili kültür ve ikili eğitim yerine de bir eğitim yani Milli Eğitim egemen olmuştur.
Atatürk geleneksel Osmanlı kültürüne egemen olan şeriat düzeni yerine laiklik sistemini aktarmıştır. Bugün Türk toplumu eskisi gibi Müslüman bir toplumdur ama laik bir devlet yönetimine sahiptir. Atatürk’ün geleneksel Osmanlı kültüründen modern kültüre geçişi ve laiklik sisteminin bu husustaki büyük yardımı, Türk toplumunun değişiminde ve gelişiminde etkili olmuştur.
Laiklik hareketiyle Türk insanı, toplumun alınyazının değiştirme gücünün kendi ellerinde olduğuna inanacaktır. İslam kültürü bu gerçeğe katılmaz ve bu gerçeği benimsemez. Onun için gerek doğa gerekse toplum, tanrı tarafından düzenlenmiştir. Bu düzen değiştirilemez. Başka bir değişle toplumun alın yazısını insanlar değil, tanrı tayin eder. Atatürk’ün eğitim anlayışı Türk insanının gerek doğal çevreye, gerekse toplumun çevresine etki yapıp toplumun alın yazısına egemen olmasını ve bu hususta insan iradesinin üstün gelmesini amaçlar. Atatürk Türk toplumunun Eğitim amacıyla çağdaşlaşmasını sağlamak istemiş ve bu konuda mücadele vermiştir. (6)
Atatürk, 1924 yılında Dumlupınar’da Başkomutanlık Meydan Muharebesini anlatırken “Askeri harekatın başarısında maddi güçler ile birlikte bütün güçleri ve özellikle ahlak ve kültür üstünlüğünü gerekli” gördüğünü açıklamıştır. 26 Ağustos 1922 günü taarruz eden Mehmedin kültür yapısı, yapılmakta olan askeri harekatın gereklerine ve ihtiyaçlarına uygun vasıfta idi. Ancak Mehmedin sahip olduğu kültür özellikleri ile o harekat başarılabilirdi. Görüldüğü gibi Atatürk kültürü bir bilgi yığını olarak değil bir vasıf uygunluğu ve vasıf üstünlüğü olarak değerlendirmektedir.
Atatürk’ün, kültürünün iki önemli unsuru olan “dil” ve “tarih” konusunda aldığı tedbirler kurduğu kurumlar hepimizin malumudur.
Atatürk, milli hissin gelişmesi bakımından, dilin milli ve zengin olmasını, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmasını zorunlu görüyordu. Bu maksatta 1932’ de Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurdurdu. Cemiyet yoğun bir şekilde dil araştırmalarına girişti. Türkçeyi olabildiğince Farsça ve Arapça kökenli kelimelerden arındırdı. Yeni kelimeler yaratıldı.
(4) Reşat Kaynar, “Atatürk’ün Kültür ve Eğitim Anlayışı” Atatürkçü Düşünce, Atatürk Arş. Merk. Yayını s. 802
(5) Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler Türkiye İş Bankası Yayını 1959 s. 267
(6) Reşat Kaynar “Atatürk’ün Kültür ve Eğitim Anlayışı” Atatürkçü Düşünce, Arş. Mrk. Yayını 1992, s. 804
Atatürk Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin yanı sıra, Türk Tarihi Tetkik Cemiyetini de kurdurarak Türk kültürünün önemli unsurlarından birisi olan milli tarihimizi de bütün yönleriyle tetkik ve ortaya çıkarmak istemiştir.
Dil ve tarih üzerine Atatürk’ün önderliğinde başlatılan çalışmalar bugüne dek dil ve tarihimize önemli katkıda bulunmuştur.
Kültürün unsurlarından bir diğeri olan “din” konusunda da Ulu önderin önemli katkıları olmuştur. Diyanet işleri başkanlığı kurularak, ideal laiklik anlayışıyla çelişir olmasına rağmen, Devlet olarak dine bir kültür unsuru olarak yaklaşıp sahip çıkılmış; Kur’an ilk defa Atatürk döneminde Türkçe’ye tefsir edilmiştir. Dinimizin iyice özümsenip kendimize mal edilmesi adına uygulanan Türkçe ibadet de milli kültür hizmetlerinden biri olarak değerlendirilebilir.
Atatürk Cumhuriyetin ilanın 10. yılında verdiği nutukta: “Milli Kültürümüzü Çağdaş Uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağız” demişti. Acaba Atatürk neden milli kültürümüzü çağdaş kültürün üstüne çıkaracağız veya uygarlığımızı çağdaş uygarlığın üstüne çıkaracağız dememiştir.?
Atatürk daha öncede denildiği gibi kültürle uygarlığı iç içe görmüştür. Farklı şeyler olarak değerlendirmemiştir. Kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız sözü çağdaş uygarlık düzeyinin üstünde olmayan birkültürün çağdaş uygarlık yaratamayacağı, çağdaş uygarlığa ancak onun üstünde onu gerçekleştirebilecek yapıda bir kültürle ulaşılabileceği şeklinde yorumlanabilir.
4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Medeniyet, Ülke kültüründen Dünya uygarlığına katkı sağlayan unsurların tümüdür. Medeniyet, Dünya uluslarının kültürlerinden süzülüp gelen bir kültürler yumağıdır. Bu yumakta kimin payı daha büyükse o millet, o toplum daha gelişmiş, daha özgün kültürlü bir millettir, bir toplumdur. Doğaldır ki daha önce sözü edildiği gibi gelişmiş ülke kültürü,daha az gelişmiş ülke kültürüne egemen olabilmektedir.
Kültür ait olduğu milletin “CV” sidir.O “CV” ne kadar kapsamlı ve dolu ise o millet o oranda yücelir, itibar görür, uluslararası camiada sözü dinlenir, örnek alınır, Kurum ve Kuruluşları, gelenek ve görenekleri, yasaları, sanatı, edebiyatı değer görür esin kaynağı olur.
Bir ülke kültürünün özgürce gelişebilmesi, dünya medeniyetine katkıda bulunabilmesi için, o ülkenin laik ve demokratik bir ülke olması gerekir. Dinin değişmez doğruları özgür düşünce ve yaşam koşullarını sınırlar. Bu koşullar altında insan yaratıcı gücünü kullanamaz, bilimsel ve sosyal gelişme sağlayamaz.
O nedenle üretemeyen, kendini yenilemeyen kültür başka kültürlerin esiri olmaya mahkum olur. Bu bağlamda Gazi Mustafa Kemal, kurduğu laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti ile Türk kültürünün de güvencesi olmuştur.
Devlet, Kamu ve Özel Kurum ve Kuruluşlara, Sivil Toplum Örgütlerine düşen görev; kültürümüzün başat eserlerini dünya uluslarının bilgi ve beğenisine sunmak konusunda destek olmalarıdır. En güzel şarkılarımız, en güzel ata sözlerimiz, şiirlerimiz, romanlarımız en güzel sinema ve tiyatro eserlerimiz, tasarımlarımız dünya medeniyetinin hizmetinde olmalıdır.
Ahlakımız, geleneksel ve göreneklerimiz tüm dünya milletlerince beğenilip takdirle karşılanmalı, benimsenir olmalıdır.
Yalnız manevi kültürde değil maddi kültür unsurlarında da öne çıkacak gayretlerimiz olmalıdır. Unutmayalım ki ekonomide bilim ve teknolojide gelişmiş bir Türkiye, Türk kültürünün de gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulunacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Tarakçı