Abdullah Alagöz - Halil Konuşkan; Başkanlık Sistemi (Bile Bile Lades) ve Alternatifi

Abdullah Alagöz - Halil Konuşkan│Kasım 18, 2016
Başkanlık Sistemi (Bile Bile Lades) ve Alternatifi

Abdullah Alagöz ve Halil Konuşkan'ın beraber kaleme aldıkları ve yakında piyasaya çıkacak olan kitapları olan "BAŞKANLIK SİSTEMİ ve ALTERNATİFİ" isimli kitaptan özettir.

İyi Okumalar/www.yasarkiraz.com

***

Uzun zamandır ısıtılan Başkanlık Sistemi artık ciddi bir şekilde gündemimize oturdu.

Bizde, dünyada ki başkanlık uygulamalarını da göz önüne alarak bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

BAŞKANLIK SİSTEMİ

Başkanlık sistemi ilk kez ABD’de uygulanan, diğer ülkelerin ABD‘de uygulanan başkanlık sistemini belirli oranda taklit ederek denedikleri bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır.  Güney Amerika ülkelerinin büyük bir kısmının, bazı Afrika ülkeleri ve uzak doğu ülkelerinin bir kısmı ile Demirperde yönetiminden kurtulan birkaç devletin uygulamış olduğu bir sistemdir.

Adı geçen ülkelerde demokrasi kültürünün tam gelişmediğini ve totaliter bir yönetimden demokrasiye geçiş evresinde olduklarını, çoğunluğunun milli devlet vasfına da sahip olmadıklarını iyi biliyoruz.

Başkanlık sisteminin uygulandığı ülkeleri incelediğimizde, bu ülkelerde Devlet başkanlarının bazılarının doğrudan diktatör olduklarını, bazılarının ise diktatörlük emareleri gösterdiklerini yönettikleri ülkeleri inceleyince kolayca belirleyebiliyoruz. Bu sıkıntıları aşabilmek için insanoğlu sürekli sitem arayışına girmiştir.

Bütün yönetim sistemlerinin amacı ideal bir yönetimi ortaya koyabilmektir. Egemenliğin kaynağı noktasında farklı anlayışlar öne çıkmakla birlikte yönetim şekli kadar yönetenin niyeti ve uygulanan toplumun kültürel, sosyal ve tarihi arka planının başarı ya da başarısızlıkta etkili olduğu yaşanılan örneklerle görülmüştür.

Kur’an Hz Ömer’de adaleti dağıtırken, Yezit, Kuran’ı alet ederek kan ve gözyaşına sebep olmuştur. Aristo haklı olarak “iyi ya da kötü yönetimler yok, iyi ya da kötü yöneteneler vardır” der.

Sistemin başarısında yönetecek kişinin özellikleri, içinde bulunduğu toplum şartları ve yönettiği kitlenin özellikleri asıl belirleyici unsurlardır. Adalet duyguları gelişmemiş, toplumsal yapıya göre değil kendi bilinçaltı dürtülerine göre hareket eden liderler Yezit gibi tarihin en büyük katliamcısı olarak karşımıza çıkabilmektedirler.

Hangi sistemin uygulanacağından daha önemli olan uygulanacak sistemin dayanacağı insan unsurudur. Yüksek meblağlarda sermeyenin miras olarak değerini bilemeyip, mirasyedi konumunda olanda insandır. Düşük oranda sermeyenin miras olarak değerini yükseltende insandır.

Kısaca, uygulanacak sistemi uygulayacak olanda, sistemin uygulanacağı toplumda insan unsurundan oluşmaktadır. Kısacası bütün sistemlerin öznesi insanın kendisidir.

Bu çerçevede insan unsurumuzun hangi sistem için daha elverişli olduğu üzerinde düşünmek gerekmektedir.

Öncelikle idare edecek konumda olacakların psikolojisi açısından, birde idare edilecek olan insanların yani toplumun sosyo-kültürel-ekonomik yapısı açısından bahse konu olan insan unsurunu iki başlık altında inceleyebiliriz.

İdare edeceklerin psikolojisi açısından ele aldığımızda; sınırsız veya sınırları belirsiz bir yetkinin bazı bireylerin kişilik özellikleri açısından farklı uygulamalara sebep olabildiğini görüyoruz. Sorunlu karakter sahibi, buzdağlarının altından yönetilen bireylerin idare ettiği ülkenin nasıl bir bela ile karşı karşıya kalacağını tahmin etmek zor değildir.

Örneklerine Ekvator, Dominik Cumhuriyeti, Haiti ve Endonezya’da rastlıyoruz.

Ekvator Devlet Başkanı Lucio GUTİERREZ’in Yargıtay’ı iptal ve olağanüstü hal ilan etmesi ülke de karışıklıklara sebebiyet vermiş, sonunda Gutierrez ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. (12)

Dominik Cumhuriyeti’nde Rafael Leonidas TRUJİLLO, 1930’da askeri darbeyle yönetimi devraldı. Hem başkan, hem başkomutan oldu. Muhaliflerini katletti, devlet makamlarını yakınlarına teslim etti. Sonunda bir suikastla öldürüldü. (12)

Haiti’de babasının yerine iktidara gelen Jean Claude DUVALİER, tam bir zulüm sergiledi. Toplumuna ölüm, işkence ve sürgünler yaşattı. Uyuşturucu ticareti yaptığına dair kuvvetli şüpheler vardır. Haiti halkının dünyanın en fakir halklardan biri olmasına rağmen lüks yaşam düşkünüydü. Hava kuvvetlerinin müdahalesi sonucu Fransa’ya kaçtı. (12)

Endonezya’da Suharto, ordu ve kurduğu partisinin desteği ile baskıcı bir rejim oluşturdu. Komünist karşıtlığını düşmanlığa dönüştürdü. Komünistlere karşı “ifrit avı” başlattı. Komünist temizliğini etnik karşıtları ve muhaliflerinin temizliği takip etti. (12)

Verdiğimiz örneklerde de görüldüğü üzere Devlet Başkanı konumuna yükselecek olan şahsın sağlıklı bir kişiliği yoksa o ülkede kan-ölüm-gözyaşı dinmez, insanlar mutsuz olur, toplumun geleceği harap olur.

Çok kuralcı bir başkan geldiğinde devletin esnekliği kaybolacağı gibi, buyurgan bir başkan geldiğinde de ülkede demokratik ortam kaybolacaktır.

İdare edilecek olan insanların yani toplumun sosyo-kültürel yapısı açısından ele aldığımızda; Başkanlık Sisteminin başarılı olduğu ABD örneğinden yola çıkılarak, her ülkede aynı başarının sağlamasının beklenemeyeceğini söyleyebiliriz. Bu beklenti dünyanın her yerinde Diyarbakır karpuzunun aynı verim oranıyla üretilmesini beklemek gibi bir beklentinin adı olabilir. Nasıl bazı sebze ve meyvelerin yetişeceği fiziki ortam önemliyse, bir sistemin uygulanacağı toplumun sosyal dinamikleri de bir o kadar önemlidir. Kaldı ki, ABD’de malüm sistemi hemen oturtamamış, kanlı bir iç savaş yaşamıştır.

Cheibub, başkanlık demokrasilerinin çökme sebebinin sistemden değil, ülkelerin sahip olduğu özelliklerden kaynaklandığını savunmuştur. (2)

Cheibub’un bu düşüncesine en somut örnek Liberya’dır.

Liberya, ABD’li eski kölelerin kurduğu, ABD sisteminin prototip uygulaması olarak karşımıza çıkan bir ülkedir. ABD’de ki başkanlık sistemi kurulan bu yeni ülkeye aynen taşındı. Bu sebeple Liberya, bizim için güzel bir örnek sunuyor. Çünkü eğer sadece sistem geçerli olsa Liberya’da da ABD’de ki gibi az kusurla uygulanır olması gerekecekti. Oysa Liberya darbeler ve iç savaşlarla uğraştı ve hala uğraşıyor.

ABD sisteminin taklidi başkanlık Liberya’da darbeleri engelleyemedi. O kadar ki, bir çavuş 1980’de darbe yaptı. Ülkede darbe yapanlar etnik gruplarını öne çıkardılar ve hileli seçimler organize ettiler. Ülke darbelerin tarafları arasında paylaşıldı, sonra bu paylaşım alanları arasında iç savaş yaşandı. Sonunda ülkeye BM adına komşu ülkeler askeri müdahalede bulundurlar. (12)

Görüldüğü gibi, başkanlık sisteminin adeta kopyası olabilecek bir yönetim anlayışı ABD’de zorda olsa başarıyı getirirken Liberya’da felaketle sonuçlabiliyor.

Dolayısıyla sistemleri tartışırken toplumsal normlara uygunluğu, toplumsal duyuş, düşünüş ve algılayışı, toplumun demokrasiyi içselleştirip içselleştirmediği, toplumda ideolojik siyasal fay kırıklıklarının olup olmadığı, milletleşme sürecinin tamamlanmış olup olmadığı, sistem tercihi ile sistemin başarısında en etkili unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birinci bölümün sonu
Ülkemizde 150 yılık demokrasi serüveni ve milletleşme süreci cumhuriyetle birlikte yeni bir aşamaya girdi. Batı ‘da uzun yıllar süren kanlı hesaplaşmalar sonucunda demokrasi ancak gelebilmişken, bizde topluma adeta tepsiyle demokrasi sunuldu. Okuryazar oranının düşük olduğu, imparatorluk kültüründen beslenen vatandaşın padişaha “ben kulun” diye başlayan hitabından bireyselleşmeye giden süreç maalesef tamamlanamadı. Diğer yandan cemaat, tarikat ve aşiret kümelerini aşamamak milli devlette demokrasi kültürü önünde en büyük direnç kaleleri olarak ortaya çıktı. Nitekim 15 Temmuz darbe teşebbüsü insanımızın hala bireyselleşemediğinin en somut göstergesidir. Tek kişiye bağlılığın acı da olsa tecrübesini yaşadık, kanlı 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle de yaşayarak bedelini ödedik.

Ülkemizde iktidara talip olanların devleti ele geçirilmesi gereken aygıt olarak gördüğü, kendi kadrolarıyla devlet bürokrasisini şekillendirmek istediği bir süreçten geçiyoruz. Dün bunu cemaat yaparken bugün bütün kurumlar AKP yandaşlarıyla doldurulmaktadır. Memur-Sen hükümet adına militanlarını önemli mevkilere göstermelik bir mülakat anlayışı ile getirmektedir. Sağlık, eğitim, ekonomi, kültür ve diğer politikalar AKP ideolojisine göre pervasızca şekillenmektedir. Dünün altın nesli TBMM ve cumhurbaşkanlığı köşkünü bombaladı, bugün öne çıkarılan dindar nesil -aslında kindar nesildir- bakalım ülkenin başına hangi çorapları örecek?

Sosyal ve siyasal fay hatlarımızın tarihte görülmemiş şekilde ayrıştığı bir dönemde sistem tartışmalarıyla adeta harakiri yapmaya çalışıyoruz. Böylesi bir toplumda gücün tek kişide toplandığı bir lider düşünün…

Bütün bu içten ve dıştan yapılan baskıların birçok nedeni vardır ama hiçbiri ülke yönetiminin daha iyiye gitmesiyle ilgili kaygılardan kaynaklanmamaktadır. Ya farklı ajandaları vardır ya da emperyal şirketlere pazar alanı açma çabası söz konusudur.

Başkanlık sistemi arzuları küresel şirketlerin milli devletleri zayıflatarak etnisitelere dayalı küçük ölçekli devletçiklerin oluşmasını sağlayan bir niyetin çabasıdır. Zira milli devletler, küresel şirketlerin mal ve hizmetlerinin istenildiği gibi dolaşımına ve küçük pazarları yutmasına engel olarak kabul edilir. Gelişmiş batılı devletlerin başta bizim ülkemiz olmak üzere Ortadoğu da oynadığı oyunlar bu zihniyetin dışa vurumu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Öte yandan Başkanlık sisteminin genellikle sonradan oluşan ve bir millete dayanmayan coğrafi devletlerde uygulandığını görüyoruz. Dünyadaki otuziki örnek içerisinde kadim bir millet unsuruna dayanan ulus devlet örneği olarak sadece Afganistan’ı gösterebiliriz. Örneklerden de anlaşıldığı üzere kadim ulusların kurdukları devletlerin bu sistemi tercih etmedikleri, genellikle coğrafi bölgelere göre kurulan devletlerin başkanlık sistemini tercih ettikleri görülüyor.

Bu bilgiden hareketle; ulus devletlerin başkanlık sistemini uyguladıklarında ya ulus devlet özelliklerini kaybedeceklerini ya da parçalanmaya kadar gidecek büyük problemlerle karşılaşabileceklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.

O halde, küresel şirketlerin ulus devletleri de başkanlık sistemi uygulayıcıları arasına katma gayretleri daha bir anlam kazanıyor.

Coğrafi zemin üzerine kurulu ülkelerde ise Başkanlık sistemi toplumu bir arada tutabilen bir sistem olarak karşımıza çıkabilir.

Chavez, Venezuela’da 1998 yılında Devlet Başkanlığına seçildi. Antikapitalist, antiemperyalist, vatansever, bolivarcı ama sosyalizme kayan uygulamalarda bulundu. Dört defa halkoyuyla Devlet Başkanı seçildi. (12)

Halk tarafından sevildiği kesin bir siyasetçi olan Chavez’in sağladığı dönüşüm başkanlık sisteminin devleti dönüştürmesine kuvvetli bir örnek teşkil etmektedir.

Bu safhada aklımıza bazı sorular geliyor. Chavez ülkesini emperyalist etkilere karşı korumaya alırken, AKP iktidarı pekte bize benzemeyen ülkelerde uygulanan bu sistemi neden dayatıyor, Chavez’in dönüşümü Venezuela halkının yararına sonuçlar verirken, Türkiye’de şimdiye kadar yapılan uygulamalar halkımızın zararına sonuçlar vermişken, bu rejim değişikliği ısrarının sebebi nedir?

AKP’li cumhurbaşkanı ve AKP hükümetlerin yargıdan, yasamaya, kamunun bütün bürokrasisini mutlak hâkimiyetlerine aldığı bir süreçte başkanlık sistemini gündemde tutmalarının acaba başka gerekçeleri mi var?

Cumhurbaşkanı parti genel başkanını ve başbakanı hemen değiştirebilecek güce sahip iken başkanlık sisteminde böylesi yetkileri de olamaması gerektiğine göre; “farklı bir yönetim şeklinin temelleri mi atılıyor, ya da geçmişiyle ilgili hesap vermemek adına kanuni bir zırha mı bürünülüyor?” sorularını da sormadan edemiyoruz.

Evet, bu şartlarda başkanlık sistemi Sayın Bahçeli’ye gelen bir ilhamla gündeme taşındı. Bu ilhamın kaynağı da sebebi de araştırılmaya değer…

Bahçeli’ye sormak lazım. Halkın büyük çoğunluğunun desteğini almadan sadece muarızlarına karşı birinci ve ikinci olanların seçilme şansı olan sistemde örneğin; % 28 oy alan x adayı ile % 25 oy alan y adayı arasında yapılacak başkanlık yarışından eğer x adayı başkan seçilirse aslında toplumun % 28’inin, y adayı başkan seçilirse aslında toplumun % 25’inin kesin desteğine sahip bir aday seçimi kazanmış, ama bu kişi ülkeyi büyük bir yetkiyle yönetme hakkını da kazanmış olmayacak mı?

AKP ve Sayın Bahçeli’nin ortaya attığı sistem Şili’de uygulandı.

1970’te sol ittifakın başına geçen Salvador ALLENDE, seçimi kazanarak ülkeyi yönetmeye başladı. Başkanlık sistemi dolayısıyla % 37 ile seçimi kazanan Allende, aklındakileri uygulamaya, muhalefetin itirazlarına aldırmadan ülkeyi Marksist bir çizgiye çekmeye başladı. Sonunda kendi atadığı Genelkurmay Başkanı Augusto PİNOCHET tarafından askeri bir darbeyle devrildi. (12)

Burhan Kuzu, başkanlık sisteminin dayandığı ilkeleri, ABD örneğinden hareketle, üç noktada toplamaktadır. Bunlardan ilki sert kuvvetler ayrılığı, ikincisi yürütmenin yasamaya üstünlüğü, üçüncüsü ise kuvvetlerin birbirini kontrol etmesidir. Kuzu iki organ arasında çıkabilecek uyuşmazlıklara rağmen sistemin işleyebilmesi için kuvvetlerin birbirini kontrolüne ihtiyaç olduğunu vurgular. Bu kontrol mekanizmasının “fren ve denge sistemi“ olduğunu ifade eder. (1)

Halbuki, durum hiçte Burhan Kuzu’nun söylediği gibi değildir. Başkanlık sistemi içinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin hem dünyada ki uygulamalarda verimli işlemediği, hem de Türkiye’de ki mevcut iktidarın kuvvetler ayrılığına dikkat eden bir öneri getirme niyetinde olmadığı şimdiye kadar yaptığı uygulamalardan anlaşılmaktadır.

Başkanlık sistemi açsından telafisi zor olan ise hukuki düzen olarak karşımız çıkıyor. Belli bir kişinin, sınıfın, zümrenin, oligarkın, cemaatin, etki grubunun, çıkar grubunun hatta kabilenin eline geçebilecek olan devletin toplumun elinde kalması için hukukun bağımsız olması ve bağımsız işlemesi gerekmektedir.

Bunun içinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin net bir şekilde uygulanması çok önemlidir. Oysa, ülkemizde bugün için dahi kuvvetler ayrılığı yerini kuvvetlerin birliğine terk ederken içinde kuvvetler ayrılığı kalın çizgilerle belirlenmemiş bir başkanlık sistemi bizi “parti devleti”ne götürebilir.

Eğer, yeni bir sistem getirilecek ve bu sistem de örneğin; anayasa mahkemesi üyeleri başkan tarafından atanmayacak, tamamen bağımsız olup gereğinde başkanı bile yargılayabilecekse o zaman olaya başka türlü bakılabilir. Ancak ülkemizde böyle bir teklif ihtimali olmamasına rağmen ısrarla başkanlık sistemi talep edilmesi otokratik bir anlayışı turnusol kâğıdı gibi karşımıza çıkartmaktadır.

Başkanlık sistemi uygulanan ülkelerde hukuk garabetinin önüne geçebilmek için hiçbir sosyal etki altında kalmayacak “Yüksek Hukuk Konseyi” gibi kurumlar oluşturulmuştur. Bazı ülkelerde bu konsey devlet adamları tarafından atanmamakta, örneğin; devlet ve hukuk tecrübesi olan kişilerden oluşturulmaktadır. Ayrıca bu gibi kurumları ve görev yapacak adalet dağıtıcılarını da denetleyecek başka kurumlarda gerekecektir.

Oysa Türkiye’de bu gibi bir teklifin gelme ihtimali görülmemektedir.

Hukukun aksadığı, kuvvetler ayrılığının işlemediği ülkelerde yolsuzlukların önüne geçmekte zor olacaktır.

Hukuk sisteminin işlememesi iktidar sahipleri açısından tam bir nalıncı keserine dönüşüyor. Başkanlar ve başkanların çevresi iktidardayken haklarında herhangi bir soruşturma yapılamıyor. Yani denetim yok. Bu da büyük yolsuzlukların yapılmasına, başkanın sülalesinin aşırı zenginleşmesine, keyfi kararlar alınıp uygulanmasına ve devlette tek taraflı katı kadrolaşmaya gidilmesine sebebiyet vermektedir.

Bu sistemi uygulayan bazı ülkelerde Yüksek Hukuk Konseyleri çalışabildiği için en azından başkanların görev süresi bittikten sonra haklarında davalar açılıp, gerekli cezalar verilebilmektedir. Brezilya ve Arjantin’de bu durumun örnekleri yaşanmıştır.

Ancak bizde bağımsız bir hukuk sistemi kurulması da öngörülmediği için tehlike daha büyük boyutlarda yaşanacaktır.

Güç bütün erkleri tek elde topladığından dolayı, yolsuzluklar, usulsüzlükler hatta katliamlar bile diktatörler öldükten veya görevden uzaklaştırıldıktan sonra ortaya çıkmaktadır.

Filipinler, Panama ve Nikaragua’da da öyle olmuştur.

Ferdinand Emmanuel Edralin MARCOS, 1965 yılında sert geçen bir başkanlık seçimi sonrasında iktidara geldi. Komünistleri ve ayrılıkçıları sebep göstererek, bütün muhaliflerini sindirmeye başladı. Sıkıyönetim ilan etti, anayasada kendi yetkilerini arttırdı. Başbakanlığı’da bizzat üstlendi. Muhalefeti cılızlaştıran uygulamalara girdi. Girdiği seçimleri tekrar tekrar kazandı. Akrabalarını devlet kurumlarına yerleştirdi. Güçlü bir muhalifi olan Benigno AQUİNO havaalanında öldürüldü. Ama eşi Corazon AQUİNO’nun arkasına aldığı halk hareketinden kaçamadı. Hawai’de sürgünde öldü. İktidardan düştükten sonra yaptığı yolsuzluklar ve usulsüzlükler ortaya çıktı. (12)

Panama Devlet Başkanı Manuel Antonio NORİAGA, özellikle Panama Kanalı politikası sebebiyle ABD’yi rahatsız etti. Ancak kendisinin yönetim şekli tasvip edilecek gibi de değildi. Kara para aklamaktan, uyuşturucu tacirliğine kadar elinin uzanmadığı yer kalmamasına rağmen iktidarı elinde tutuyordu.

1989 seçimine hile karıştırdığı iddialarından sonra ABD tarafından ülkesi işgal edilip, kendisi de savaş suçlusu olarak tutuklandı. (12)

Başkanlık sisteminin uygulandığı bazı ülkelerde ise bir ailenin bireylerinin sırayla iktidara geldikleri ve baskıcı bir yönetim sergilediklerinin örnekleri de var. Bunlardan en can alıcı örnek Nikaragua’da bir nevi saltanat süren Somoza ailesidir. Önce Anastasio SOMOZA, sonra oğlu Luis, sonra da kardeşi Anastasio Başkanlığa getirildiler. Uluslar arası deprem yardımlarını bile zimmetlerine geçirdikleri anlaşılan aile bir halk ayaklanması sonucu alaşağı edildi. (12)

Riggs’e göre ABD’de “demokratik” cumhuriyete ve başkanlık sistemine geçme de devletin yeni meşruiyet temelini oluşturma arayışı etkili olmuştur. Buna göre devletin geleneksel meşruiyet temeli olarak “kralın kutsal hakkı” yerine anayasal demokrasiler için yeni bir temel gerekmiştir. Kral yerine halk tarafından bir başkanın seçilmesi bu yeni temel için uygun bir çözüm olmuştur. (3)

Brezilya, bu durma örnektir. Ülke, Portekiz’den bağımsızlığını aldığında imparator tarafından idare ediliyordu. Askeri bir darbe ile imparatorun devrilmesi ve başkanlık sistemine geçilmesi Brezilya’nın totaliter yapıdan kurtulmasını sağlamaya yetmediği gibi başkanlık adı altında yeni diktatörler üretildi.

Cunta yönetimi sürerken Ernesto GEİSEL, 15 Mart 1974’te bazı subaylar tarafından Başkanlığa getirildi. Ancak, 1977 yılı itibarı ile muhaliflerine baskılar kurmaya başladı. (12)

Ergun Özbudun’un konu hakkındaki görüşü şöyledir: Başkanlık ve yarı-başkanlık sistemi Türkiye için sakıncalıdır. Başkanlık sistemini dünyada başarıyla uygulayan tek ülke ABD’dir. Onu taklit eden Latin Amerika, Afrika ve bazı Doğu Asya ülkelerinde bu sistem, kriz üretmeye çok müsait olduğu için başarılı işlememektedir. Yaşanabilecek sorunlar diktatörlüğe geçiş tehlikesinden değil esas olarak yasama ile yürütme arasındaki kilitlenme olasılığından kaynaklanmaktadır. Latin Amerika’da bu tür krizler askeri darbeleri davet etmiştir. Benzer sorunlar yarı-başkanlık sistemi için de geçerlidir. Bu nedenle yapılması gereken şey mevcut parlamenter rejimi daha demokratik, daha işler kılacak değişikliklerin gerçekleştirilmesidir. (4)

Özbudun’un değindiği çözümsüzlük sorunu Nijerya ve Bolivya gibi ülkelerde büyük sıkıntılara yol açmıştır.

Batı Afrika ülkesi Nijerya, 1960 yılında İngiltere’den bağımsızlığını aldığında beri başkanlık sistemiyle yönetilmesine rağmen 1966’da askeri darbeyle tanıştı. Bu tarihten sonra ülke de darbeler devam ederken, iç savaş patladı. Şimdi ise radikal terör ile mücadele ediyor. (12)

Latin Amerika ülkelerinden Bolivya bu duruma daha kuvvetli bir örnek teşkil etmektedir. Ülke neredeyse hiç huzura kavuşamamış, siyasi hayat devamlı kesintiye uğramıştır. Şimdiye kadar 180 defa askeri darbe yaşayan Bolivya’da ondan fazla anayasa yapılmış ve seksen Cumhurbaşkanı görev yapmıştır. Ülke çeşitli savaşlarla komşuları olan Paraguay, Arjantin, Şili, Peru ve Brezilya’ya topraklarının yarısını kaybetmiş, denize çıkışını ise Şili’ye kaptırmıştır. (12)

Bilindiği gibi Türk demokrasisi belli aralıklarla darbeyle kesintiye uğruyor. Başkanlık sistemini savunanların ileri sürdükleri bir argüman da bu sistemin darbeleri engelleyeceğine yöneliktir.

Ancak kazın ayağı hiçte öyle gözükmüyor. Başkanlığın en yoğun ve uzun zamandır uygulandığı ülkeler özellikle Güney Amerika’da yer alıyorlar. Bu ülkelerde başkanlık sisteminin darbeleri engelleyecek bir sistem olması şöyle dursun, sistemin uygulandığı Latin Amerika ülkelerinde arka arkaya darbeler yaşanmıştır.

Bunun en büyük sebebi ise başkanların ellerine geçirdikleri devleti muhalif veya eleştirel unsurlara tamamen kapatmaları sonucunda çaresiz kalan toplum kesimlerinin tek güdümlü idareden kurtulma taleplerinin darbelerde karşılık bulduğu olarak görünüyor.

Mesut Yılmaz; başkanlık sisteminin güçlü demokratik geleneklerin bulunduğu ülkelerde başarılı olduğunu, demokratik geleneklerin Türkiye’de başkanlık rejimini başarılı kılmaya yetecek ölçüde gelişmediğini savunmuştur. (11)

Mesut Yılmaz’ın haklılığını orta Amerika ülkelerindeki örnekler ortaya koymaktadır.

Orta Amerika ülkesi Guatemala’da eski bir vali olan Jorge UBİCO, 1931 yılında ki seçimi kazanarak Devlet Başkanı seçildi. Ancak olgun bir demokrasi geleneği olmayan ülke de seçimi kazanmasının hemen ertesinde otoriter uygulamalara girişti. Toprak ağalarını korumak için onlara kanuni dokunulmazlıklar sağladı. Güçlü bir polis teşkilatı kurdu. Devlet kadrolarını taraftarlarıyla doldurdu. (12)

Ondan sonra gelen başkanlarda yolsuzluklara bulaştı ve kökten bozuk olan yargı sistemi dolayısıyla adalet bir türlü sağlanamadı.

Ülkemizde hala tek kişi özleminin yaygın olduğu düşünülürse -buna cemaat, tarikat ve siyasi figür de dahildir.-  sivil toplum örgütlenmesinin olmadığı ve bireysel iradenin gelişmediği gerçeğinden hareketle başkanlık ya da yarı başkanlık diktatörlüğün habercisi olur. Nitekim iktidarın son uygulamaları ve kuvvetler ayrılığını kuvvetlerin birliğine dönüştürme çabaları haklılığımızı ortaya koymaktadır.

Erdal Onar sistemlere ilişkin çekincelerine şu şekilde yer vermektedir: “Başkanlık sistemlerindeki sakıncalardan en önde geleni, yasama organı ile yürütme organı arasında ortaya çıkabilecek görüş ayrılıklarında sistemin tıkanmasıdır. Bu tür tıkanıklığı çözecek tek yol, uzlaşmadır. Uzlaşma kültürünün gelişmediği ülkelerde, başkanlık sisteminin sağlıklı bir şeklide işleyebilmesi mümkün değildir.” (6)

Parlamenter sistemde partiler birbirlerini dengeleyebiliyor, bir uzlaşı ortamı oluşabiliyor, ulusal çıkarlarda işbirliği yapılabiliyor. Ancak başkanlık sisteminde parti değil başkan iktidara geliyor. Başkanın dünya görüşü ise devletin dünya görüşü haline gelebiliyor.

Bazı Afrika ülkelerinde başkan seçildikten sonra başkanın mensup olduğu kabile devletin kontrolünü sağladığı gibi diğer kabilelere hayat hakkı tanınmadığını görüyoruz. Bizim gibi demokrasi kültürünün kamil anlamda oluşmadığı ülkelerde başkalık sistemiyle devlet milli devlet olmaktan çıkıp lider devletine dönüşür.

Örneğin Doğu Afrika ülkesi Kenya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığa kavuşmasıyla birlikte Jomo KENYATTA, ülkenin başına geçmiş, tüm muhalif oluşumları engellemiş, kendi kabilesi olan Kikuyu kabilesine mensup bireyleri kritik noktalara getirmiştir. Buna rağmen üç dönem devlet başkanı seçilmiştir.

Yerine gelen Daniel Arap MOİ, önceleri hoşgörülü bir yönetim sergilediyse de bir darbe girişiminin ardından devletin tek parti yönetimine kayması gayretlerine başlamış, döneminde muhalefet temsilcilerine karşı faili meçhul cinayetler işlenmiştir.

Ondan sonra Başkan seçilen Mwabi KİBAKİ, meclisi fesh etmiş, seçimlere hile karıştırdığı iddia edilmiştir. (12)

Biz de kabileler yok ama siyasi ve meşrep temelinde ayrışmalar var. Bu ayrışmaların taraflarından birinden başkan seçilince devlette ayrışma taraflarından birinin eline geçmiş, böylece toplumsal barış daha çok örselenmiş olacaktır.

Hâlbuki bizim ihtiyacımız olan ayrışmak değil behemehâl toplumsal barışı sağlamak, toplumsal anlamda bir barış/huzur denklemi kurmak olmalıdır.

AKP hükumetlerinin, iktidarları boyunca kendilerinden olmayan hiçbir düşünce ya da muhalif sese tahammül edememesi bırakın uzlaşmayı siyasal fay ayrılıklarını kırılmalara kadar götürür. Dolayısıyla bu tutum yasama ile yürütme arasında olduğu kadar toplumun geniş kesimlerini de karşısına alarak toplumsal çözülmeye zemin hazırlar.

Bütün bu olumsuzluklar içinde tartışılan başkanlık sistemine bir göz atalım;

Başkanlık sistemi, hem yürütme organının başı hem de devlet başkanı olan başkanın, sabit bir süre için halk tarafından seçildiği ve yasama organının başkanı düşüremediği, başkanın da yasama organını feshedemediği bir sistem olarak tanımlanmaktadır.

Tanımdan anlaşılacağı üzere güçlü yürütmeyi öne çıkaran bir sistem olarak dikkati çekiyor. Birincisi başkanın güçlü demokratik meşruiyet iddiası, ikincisi görev süresinin sabit olmasıdır. Bu özelliği ile başkanlık sistemi parlamenter sisteme tercih ediliyor.

Peki, bu sistem neyi öngörüyor? Başkanlık sisteminde yürütmenin güçlü ve istikrarlı olması, hükûmet krizlerinin olmaması, bakanların icraatlarının denetime açık bulunması, federalizm ve eyalet sisteminin bulunması, eyaletlerde vali ve eyalet meclislerini eyalet halkının seçmesi, başkanın bunda hiçbir rolünün bulunamaması, başkanın partisine hükmedememesi, senatörlerin seçmenlerine karşı sorumlu olması ve yüksek mahkeme tarafından sistemin frenlenmesi gibi kurallar manzumesinden oluşuyor.

Bizde ise, başkanlık sisteminin bu nevi olumlu yönlerinin değil, olumsuz yönlerinin önceleneceği anlaşılıyor. Çünkü parlamenter sistem içinde bakanlarını hatta belediye başkanlarını yargıdan kaçıran, her detaya müdahale eden, başbakanı ve parti liderini kolayca değiştiren ve mahkemelerin devletin başındaki malüm kişinin ağzının içine bakmasının sağlandığı bir anlayışın başkanlık sistemindeki bu olumlu garantileri teklif etmeyeceğini zaten biliyoruz.

Diğer yandan millet iradesiyle seçilen yasamanın da yürütme kadar etkili güç olması sistemin tıkanıklığına da sebep olabilmektedir.  Özellikle parti sayısının çok olduğu veya ideolojik ayrımların derin olduğu başkanlık sistemlerinde bu iki gücün izlenecek politikalar üzerinde çatışma içine girmesi ihtimali güçlenmektedir. Bu çatışma, sistemin kilitlenmesine ve tıkanmasına yol açabilir. Her iki organın birbirinden bağımsız olması ve birbirinin hayatiyeti üzerinde herhangi bir yetkiye sahip olmaması uzlaşmayı çok zorlaştırabilir. Bu tür ihtimallerde ikisi de halk tarafından seçilen organlar demokratik meşruiyet iddiasında bulunabilirler. Bu tür durumlar da, ordunun arabulucu (!) olarak ortaya çıkması ve tabir caizse ihtilal yapmasına da sebep olabilir. Güney Amerika ülkelerinde olduğu gibi…

Bu duruma Güney Amerika ülkesi Surinam ve Şili güzel birer örnek teşkil etmektedirler.

1975 yılında Hollanda’dan bağımsızlığını kazanan Surinam halk tarafından seçilmiş meclis tarafından seçilen Devlet Başkanı ile yönetilen bir sisteme sahiptir.

Meclisin denetici bir ara kurum olarak varlığına rağmen Desi BAUTERSE tekrar tekrar ülkeyi yönetmiş, ülkede darbeler ve karşı darbeler hatta iç savaş çıkmıştır. (12)

Şili’de ise PİNOCHET’in Allende’nin ölümüne yol açan darbesinden sonra tam bir trajedi yaşanmıştır.

Ülke, bu seferde diktatör Pinochet’in antidemokratik uygulamaları ile karşılaşmış, Pinochet Ülkeyi demir yumrukla yönetmiş, kendisini başkan seçtiren düzenlemeler yapmıştır. Allende taraftarlarına yönelik toplama kampları kurmuş, işkenceler ve faili meçhullerle anılmıştır. Tepkiler üzerine iktidarı bırakmak zorunda kaldığı zaman bile Genelkurmay Başkanlığına devam edeceği ve daimi senatör olacağı bir düzenleme yapmaktan çekinmemiştir. Öldüğünde cenazesine ordu bile sahip çıkmadığı gibi devlet töreni de yapılmamış, ailesi saldırı olma korkusuyla mezar yaptırmayıp, cesedini yaktırmıştır. (12)

Yine sıfır toplamlı oyun: Yürütme gücü üzerinde yaşanan başkanlık yarışı kazanan adaya yürütme gücünün tamamını sunarken, kaybeden adayın yönetim sürecindeki etkinliğini sıfırlar. Ya hep ya hiç oyunu söz konusudur. Kazanan aday bir sonraki seçime kadar yürütme gücünü tek başına kontrol edecektir. Kaybeden aday için parlamenter sistemlerde olduğu gibi garanti edilmiş muhalefet sıraları da mevcut değildir.

Başkanlık sistemi dar bölgeli seçim sistemiyle tıpkı ABD’de olduğu gibi iki partili temsili öngörülmektedir. Bireylerin kendilerine daha yakın hissettikleri partiler ya da adayları değil “kötünün iyisi “ diyebileceğimiz bir tercih ile karşı karşıya bırakmaktadır. Parlamenter sistemimizde %10 barajını antidemokratik görülürken, yaklaşık seçmenin %30’unu sistem dışında bırakan başkanlık sistemine geçilmiş olacaktır.

Üniter devlet anlayışından eyaletlere ve ileride federal yapıya da kapının aralanacağı bir sitemi öngörmektedir. Eyaletlerin iç işlerinde özgür olması, merkezi yapının gevşek bir bağla toplumu yönetmesi bizim coğrafyamızda parçalanmanın da yolunu açmış olur. Zaten küresel güçlerin de ideali 10 milyonu geçmeyen küçük devletçiklerin olmasıdır. Güneydoğuda devlet egemenliğini kurmada zorlanılmasına rağmen, oradaki yerel yönetimleri PKK terör örgütünün finansal ve lojistik kaynağına dönüştüren belediyeler yasasından daha radikal böylesi yasalar bölünmenin alt yapısını da hazırlamış olur.

Şimdilerde Türkiye’ye özgü bir başkanlık sistemi konuşuluyor. Üniter yapıdan taviz vermeden tek meclisli iki turlu seçim sisteminden bahsediliyor. Burada da aynı sıkıntılar söz konusudur. Tek kişinin yürütmeyi ele geçirmesi keyfi uygulamalarının karşısında yasama yetkisiz ve etkisiz kalarak ülkenin felakete sürüklenmesine sebebiyet verebilir. Kendisini eleştirenleri ekarte etmeyi, düşman görmeyi alışkanlığa dönüştüren bir zihniyetin yürütme gücünü elinde bulundurması elinde taşıdığı dinamit lokumunun etkisini bilmeden oynayan çocuğun durumuna benzer.

Dünyada başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerde az veya çok oranda yerel yönetimlerin kuvvetlendirildiğini, bununda üniter yapıya zarar verdiğini gözlemleyebiliyoruz. Bazı ülkelerin beşeri coğrafi özellikleri o ülkelerin üniter devlet olmadan da yaşamlarını sürdürebileceğini, ancak bazı ülkelerin beşeri coğrafi özellikleri eyalet sistemine geçilmesiyle birlikte o ülkelerin çözülmesine yol açtığını görüyoruz.

ABD’de değişik etnik unsurlar yaşamakta, hatta bazı etnik unsurlar bazı eyaletlerde fazla oranda yaşamaktadırlar. Ancak, bu unsurlar ülke genelinde musavi bir dağılım gösterdiğinden dolayı örneğin,  İspanyolca konuşanların kahir ekseriyete sahip oldukları bir eyalet bulunmamaktadır.

Oysa ülkemizde bu konuda istismara açık bir coğrafi bölge bulunuyor. Elde edilen belediyelerin dahi teröre ve ayrılıkçılığa yol açan uygulamaları ortadayken seçimle gelen vali veya yerel parlamento oluşumu durumunda ayrılıkçı unsurların ellerinin kuvvetleneceği aşikardır.

Bu tehdidin çok dillendirilmesi ve toplumun büyük çoğunluğu tarafından tehdit olarak algılanmasından dolayı, önümüze gelecek Başkanlık teklifinin üniter yapıyı koruyucu bir özelliğe sahip olacağı düşünülüyor.

Ancak, başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerin karşılaştıkları fırtınalar bu ülkelerin bir süre sonra federatif bir yapıya geçmek zorunda kaldıklarını ve ülkenin bölünmesine yol açılmış olduğunu unutmayalım.

Doğu Afrika ülkesi Sudan’da da üniter devlet vardı, ama bugün dünya haritasında Sudan ve Güney Sudan olmak üzere iki tane Sudan var.

Sudan’da Başkanlık sistemi uygulanmasına rağmen darbeyle yönetim değişirken, büyük kargaşalar yaşandı. Darbeyle iktidara gelen Ömer el-BEŞİR, tam bir dikta kurdu. Buna rağmen iki defa iç savaş ve Çad ile savaş yaşayan ülkede bölücülerde başarılı olarak, Güney Sudan adıyla ayrı bir ülke kurdular. (12)

Devlet mekanizmasını oluşturan bürokrasi başkanlık sistemiyle yürütme erkinin militanlarının dolduğu yandaş bürokrasiye dönüşür. Böylesi bir bürokrasi felaket çanlarının da habercisi olur. Feto terör örgütünün yaptığı da böyle bir çalışma değil miydi? Aklın, bilimin ve eleştirel düşüncenin yerini dogmaların, inanış ritüellerinin aldığı bir yapıya başkanlık sistemini getirip, teslim etmek vatanımızı Ortadoğu cehennemine sokmaktır.

Güney Amerika ülkesi Arjantin’de Juan Domingo PERON 1946 yılının şubat ayında polis ve silahlı çetelerin baskısıyla % 56 oy alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak, medyayı kendi yörüngesine oturtup, anayasal özgürlükleri kısıtlamakla kalmadı, daha fazla yetki kullanmak için anayasayı değiştirdi. Devletin bütün kurumlarında kadrolaşırken, özel sektöre bile kendi elemanlarını yerleştirdi. O kadar kadrolaştı ki, askerler tarafından devrilmesine rağmen devleti yönetmek için peronist kadrolara ihtiyaç duyduğundan yeniden ülkeye dönmesi ve seçimlere girip tekrar devleti yönetmesi engellenemedi. (12)

Bir parti ya da grubun uzun süre iktidarda kalması başka unsurların devletten hatta özel sektörden bile dışlanarak atıl vaziyete düşmesine sebep olacağı için iktidar değişimi açısından başka bir sorun da yaşanmaktadır. İktidar değişmiş, ancak devleti yöneten kadrolar için başkalarına yol kapatıldığından dolayı tecrübeli kadro bulmak sorun haline gelmiştir.

Arjantin bu durumun tipik bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet uzun süre peronistlerin elinde olduğu için uzmanlaşmış kadrolar mecburen yine peronistlere devredilmiştir.

Bu tür ülkelerde iktidarlar değişse bile belli zihniyetler yorgan altından iktidarlarını devam ettirebilmektedirler.

Juan Domingo Peron’un dul eşi İsabel PERON’un Cumhurbaşkanlığı sırasında Genelkurmay Başkanlığına atanan Jorge Rafael VİDELA askeri bir darbeyle yönetimi devraldıktan sonra sendikaları ve partileri kapattı, binlerce kişinin ölümü, hapse atılması ve yolsuzluktan suçlanmaktaydı. Yönetimi devretmek zorunda kaldıktan sonra yargılandı ve ev hapsi cezasına uğratıldı.

Başkanlık sisteminin fazla olan yetkileri bile bazen Başkanları kesmiyor. Bunun bir örneği de yakın zamanda Bolivya’da yaşandı. Bolivya’da ancak iki dönem üst üste başkan seçilebiliyordu. Devlet Başkanı Sosyalist Eva MORALES’in de süresi dolacaktı. Yapılan bir değişiklikle önce görev süresi üç döneme çıkarıldı ve üçüncü dönemde başkan seçildi. Bununla yetinmeyen MORALES bu sefer ard arda Başkan seçilme hakkını dörde çıkarmak için referanduma gitti. Ancak % 56 gibi bir hayır oyu ile amacına ulaşamadı. (12)

Türk devletinin varlığını, Türk milletinin egemenliğini bir türlü içine sindirememiş ve demokrasiyi hedefe ulaşmak için bir araç olarak görenlerin yürütmenin başına geçmesiyle rejim değişikliğinden tutun ülkenin başka bloklara kaymasına kadar giden bir süreç başlayabilir.

Başkanlık sistemi ile başat güç olan Türk milleti, etnisiteler olarak kabul edilen küçük grupların seviyesine indirgenerek Türk milletinin, vatanı ve devleti hem kavramsal olarak hem fiili olarak tarihe gömülme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.

Diğer yandan bütün dünyada, özellikle doğu ülkelerinde siyasette “lider” miti vardır. Örneğin AP, DYP, ANAP ve AKP gibi partiler lider partileridir. Lider ömrünü tamamladığında bu partilerde siyasi tarihe geçerler. Ancak CHP, MHP ve SP gibi partiler fikir partileridir. Liderler değişse bile bu partilerin tabanlarının sadece oy oranları değişir, kurumsal kimlikleri ve toplumda ki karşılıkları devam eder.

Gündemimize gelecek olan başkalık sisteminin özellikle AKP açısından ısrarla istenmesinin bir başka sebebi de kendi kurumsal kimlikleri açısındandır.

AKP’nin liderliğinin siyasi ömrü tamamlandığında AKP’nin kadrolarının devleti yönetmeye devam edebilmesi için iki partili bir sistem istedikleri görünüyor.

İkinci bir milliyetçi muhafazakâr partinin yaşama şansı azalacağı için seçmen çaresiz bırakılacak ve AKP’nin teklif ettiği başkan adayı solun teklif edeceği başkan adayına karşı mütemadiyen üstün olacaktır.

Böylece RTE kendisinden sonra bile iktidarı taraftarlarının tekeline bırakmış olacak, ülke ebediyen bir partinin yönettiği ülke haline gelecektir.

Böyle bir ülkenin sağlıklı bir ülke olarak kalması mümkün olabilir mi?

Bugün iktidarın dillendirdiği “Türkiye halkı, Türkiye toplumu, Türkiye bayrağı” gibi kavramlar rastgele ifade edilmiş kavramlar değil aksine Türk milletinin başat gücü ve egemenliğine son vermenin ilk adımlarıdır. Neden bu birleştirici kavramlara savaş açıldığı sorusunun cevabı başkanlık sistemine geçiş ısrarında saklı olduğu düşünülebilir. Önce birleştirici bağları ortadan kaldırmak sonra tek kişinin etrafında kitleleri toplamak gibi üçüncü dünya ülkelerinin ilkel yöntemini uygulamak amaçlanmış olabilir.

Yürütmeye yönelik eleştirilerin kısıtlandığı bir yapıda demokrasiden ve özgürlüklerden de bahsedilemez. Sayın Cumhurbaşkanının Sayın Bahçelinin grup toplantısını Habertürk’te canlı veren Fatih SARAC’ı azarlayıp yayınını hemen kesmesini istemesi başkanlık sistemini neden çok arzuladığına dair güzel (!) bir örnektir. Evet, hukuk fecaatinin yaşandığı bu süreçte tek kişi yönetimine ülkeyi teslim etmek daha büyük travmalara sebep olur.

Bilgi çağında yasama-yürütme-yargıyı takip eden 4. erkin medya gücü olduğu bilinen bir gerçektir. Parlamenter sistemde dahi medyanın hükümete göbek bağı ile bağlı olduğu, tek sesin duyulduğu bir ülkede bir de başkanlık sistemiyle o tek sesin daha kalın harflerle duyulacağı muhakkaktır.

Zaten sistemi uygulayan ülkelerde ki en büyük sıkıntı da basının başkan tarafından kontrol altına alınmış olmasının rahatsızlığıdır.

Basın-yayın organlarının tekelleşmesi ve iktidarın sesi durumuna gelmesi, mevcut başkan ve başkanın siyasi hareketinin elinde muazzam bir koza dönüşüyor. Halkın bilinç ve bilinçaltına tek taraflı bilgi işlenince sandıkta da bu istikamette sonuç almak kolaylaşıyor. Böylece bu ülkelerde iktidar ve egemenlerin değişimi hemen hemen imkânsız hale geliyor. Hem de demokrasi kılıfı giydirilerek…

Artık, haksızlıklara karşı direnç gösterme imkânı kalmadığı gibi toplum mevcut iktidar tarafından tek taraflı düşünmek için programlanabiliyor, iktidar çok kolay algı yönetimi yaparak kendi istediği sonuçları halka onaylatabilme imkânına kavuşulmuş oluyor.

Halbuki, basın-yayının iktidarın mutlak denetiminde olduğu hallerde halkın reyi iktidarın isteği doğrultusunda yönlendirileceği için orada demokrasi değil olsa olsa “demokrasi görüntüsü”nden bahsedilebilir.

Paraguay Devlet Başkanı AlfredoSTROESSNER’in ülkede kurduğu baskı düzeni muhalefetin yaşamasına da şans vermiyordu.

Paraguay insan hakları ihlalleri, baskı, zulüm, işkence ve kıtallerin yaşandığı, ülkenin Nazilerin bile sığınağı haline geldiği bir dönemi Alfredo Stroessner adıyla yaşadı. 1954’te seçilerek iş başına gelen Stroessner, yedi kez seçim kazandı.

Bir nevi polis devleti kuran Stroessner döneminde yolsuzluk diz boyuna çıkarken, basın ise tamamen kontrol altındaydı. Kızılderililere karşı baskı uygulandı. BM tarafından kölelik uygulamalarına izin vermek ve soykırım yapmakla suçlandı. (12)

Bazı ülkelerde ise Başkanlık sistemi herhangi bir baskı oluşturmadan, kendiliğinden mevcut devlet başkanı lehine olağanüstü sonuçlar çıkarmaktadır.

Türk Cumhuriyetlerinden Kazakistan’da Nur Otan Partisi’nin oyların % 80’ini alabilmiş olması Başkanlık sisteminin tek adam yönetimine nasıl meydanı boş bıraktığının en çarpıcı örneklerindendir. (12)

Başkanlık sistemi, toplumsal barışın zirve yaptığı, ideolojik cepheleşmelerin olmadığı, insanların ortak payda da hemfikir olduğu, demokrasiyi içselleştirdiği, sivil toplum örgütlerinin çok güçlü olduğu ve bireysel düşünüşün geliştiği toplumlarda ancak başarıyı sağlayabilir. Öylesi toplumlarda parlamenter sistemdeki temsili hakkaniyet dururken neden başkanlık sistemini seçsinler? Oysa bu sayılan unsurların hiçbiri ülkemizin sosyal dokusuyla uyuşmuyor.

Ülkelerin eğitim ve gelişmişlik düzeyleri, mal ve hizmetlerin paylaşım imkânları, gelir dağılımının dengesi açılarından değerlendirdiğimizde de örnekler içerisinde ABD ve Güney Kore’den başka olumlu bir örnekle karşılaşamıyoruz. Bu sistemi genellikle geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin, sosyal tabakalar arasında denge kuramamış ülkelerin tercih ettiğini görüyoruz.

Her ülke aynı fiziki imkânlara sahip olmadığından aynı gelir düzeyine de sahip olmaları beklenemez. Ancak vatandaşlarına zenginliği imkânlar nispetinde eşit dağıtması beklenir.

Kolombiya ise bizim geçirmekte olduğumuz bir süreci geçirdi. Özellikle Katolik mezhebi üzerine muhafazakâr ve dini argümanlar kullanan, bu arada hitabet yeteneğini çok değerlendiren Laureano Eleuterio Gomez CATSRO, rakiplerine insafsızca saldırıyordu. Araya giren askeri rejimden sonra 1950 yılında yapılan seçimi kazanarak Başkan seçildi. Ancak seçildikten sonra olağanüstü hal uygulamasıyla baskıcı bir tutum sergilemekten geri durmadı. Cumhurbaşkanlığının süresini uzattı ve kongre de oturum sayılarını azalttı, yargının gücünü sınırlandırma yoluna gitti. Katolik kilisesine ayrıcalıklar tanıdı, Katolik öğretiyi eğitimde aktif olarak uyguladı. Erkeklerin lehine ayrımcı politikalar takip etti.

Bu tür bir insana veya ideolojiye olağanüstü öykünme içeren uygulamaların ters teptiği toplumun tamamında olmasa bile hatırı sayılır bir bölümünde antipati uyandırdığı söylenebilir. Zaten bu yöntemlerin ters tepmesi sonucu Kolombiya’da yarım asır süren Marksist bir terör hareketi oluştu. Kolombiya hala o dönemin sancısını çekiyor. (12)

Ayrıca temas etmek gerekir ki, sosyal barışın sağlanamadığı ülkelerde sosyal devlet ilkesi de işlemez olur. Gelir dağılımında ki denge göz ardı edilir.

Sosyolojide sosyal tabakalaşma piramidi olarak belirlenen sosyal tabakalar ve sosyal sınıflar arasında ki geçirgenlik oranı ve gelir dağılım dengesi her ülkede aynı değildir.

Bu dengenin korunması yani “sosyal devlet” ilkesinin geçerli olabilmesi her şeyden önce sistemle alakalı olacaktır.

Dünyada uygulanan örneklere göz attığımızda ABD dâhil olmak üzere başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerde gelir dağılımında büyük eşitsizlikler olduğu görülüyor.

Orta Amerika ülkelerinden El Salvador gelir dağılımı dengesizliğine örnek olarak gösterilebilir. Ülkede yaşayan köylüler refahtan paylarını alamadıklarından dolayı komşu ülke Honduras’a göç etmişler ve bu ülkede ki toprakları sürmeye başlamışlardır. Başkanlık sistemini uygulayan El Salvador’da da istikrarın sağlanması şöyle dursun, ülke göçmen sorunu yüzünden komşusu Honduras ile savaşmak zorunda kaldı. Sonunda göçmenleri geri aldı ve ardından kanlı bir iç savaş yaşadı. İstikrarsızlık iç savaştan sonra da devam etti. (12)

Dün Türk milli devletine alenen karşı olan ve bu düşüncelerini defaatle açıklayanlar, bugün başkanlık sisteminin Türk devlet geleneğine en uygun sistem olduğunu derinden derine işlemeye kalkıyorlar.

Türk devlet geleneğinde sınırsız yetki ve sorumsuz hükümranlık yani tiranlık yoktur. Türk devlet geleneğinde ve Türk yaşam tarzında feodal yani toprağa bağlı hukuk sistemi de yoktur.

Toprağa bağlı hukuk sisteminde hükümdar veya yerel hükümdar egemenlik sınırları içinde ki canlı cansız her şeyin sahibidir.

Oysa, Türk tarihinde geçmiş çağlarda bile feodalite olmamış, töre Hakan’ın üstünde sayılmıştır.

Töre bugün hukuk yerindedir. Başkanlık sistemini Türk tarihi istismarı ile devşirmeye çalışanlara ancak şunu söyleyebiliriz. Önce hukukun üstünlüğünü garanti altına alacak bir anayasa değişikliği yapın, gerisini sonra düşünürüz.

YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ

Yarı-başkanlık sistemi çok farklı şekilde tanımlanmaktadır ve bunlardan bir kaçını şu şekilde sıralayabiliriz. Cumhurbaşkanının genel oyla seçildiği, oldukça geniş yetkilere sahip olduğu ve karşısında parlamentonun, kendilerine muhalefet etmediği sürece işbaşında kalabilen yürütmenin ve hükümet etme iktidarına sahip başbakan ve bakanlar kurulunun bulunduğu sistemdir.

Devlet başkanının genel oyla doğrudan halk tarafından seçildiği ve normal bir parlamenter rejimdeki devlet başkanının yetkilerini aşan belirli yetkilere sahip olduğu rejimdir.

Başkanlık sistemiyle parlamenter sistemin bazı unsurlarını birleştiren bir sistem olarak kabul edilmektedir.

Duverger ise yarı başkanlık sistemini üç niteliği ile tanımlamıştır. Bunlar; halk tarafından seçilen bir devlet başkanı; devlet başkanının önemli anayasal yetkiye sahip olması ve başbakanın ve çoğunluğu elinde bulunduran meclisin uyumlu çalışmasıdır.

Bu sisteme mantıken de uygun karşılayabileceğimiz  “yarı parlamenter sistem” denilmesi genel kabul görse de, her nedense, yarı başkanlık sistemi dendiği bilinmektedir.

Yarı başkanlık sistemi, devlet başkanının halk tarafından seçildiği başkanlık ile parlamenter sistemin karışımıdır. Başkanlık sisteminden farkı, yürütme organının iki başlı olmasıdır. Yürütme organı olarak başkanın görevini bakanlar kurulu ve devlet başkanı üstlenmiştir. Ayrıca yürütme organının bir kanadı olan bakanlar kurulu yasama organının güvenoyuna dayanmaktadır. Yasama organı bakanlar kurulunu güvensizlik oyu ile görevinden uzaklaştırabilir.

Duverger, siyasal kurumlar ve anayasa hukuku üzerine yazmış olduğu ve 1970 tarihinde yayınlanan ders kitabının 11’nci baskısında “yarı başkanlık” terimine yer vermiştir. Sistem, Duverger tarafından demokratik bir kavram olarak önerilmesinden bu yana, yarı başkanlık olarak karakterize edilebilir bir rejim türü haline gelmiştir.

Yarı başkanlık siteminin kurumsal yapısı, bu sitemin en iyi örneği olan Fransa’daki uygulamadan hareketle incelenmelidir. Sistemin iyi işleyerek yürütmenin güçlendirilmesi ile kuvvetler ayrılığı prensibi Fransız siyasi hayatının önde gelen bir özelliğini teşkil etmiştir. Bu yönüyle Fransa, maruz kaldığı sıkıntılardan arınabilmiştir. Zayıf ve istikrarsız hükümetler dönemi kapanmış, siyasi parti sisteminde meydana gelen istikrasızlığın oluşturduğu problemlerde giderilebilmiştir.

Ülkemiz siyasal ortamında ortaya çıkan sorunlar, kısa süreli koalisyon hükümetlerine indirgenmekte, başkanlık ve yarı başkanlık sistem arayışları buna çözüm olarak ileri sürülmektedir. Parlamenter hükümet sisteminin en çok eleştirilen yönü, bu sistemin siyasi istikrarsızlığa neden olmasıdır.

Siyasi istikrarsızlık ve arayışlar çerçevesinde ortaya çıkan tartışmalar, bu sistemlerin ideal modelleri göz önünde bulundurularak yapılmaktadır. Bu noktada ülkemizin toplumsal özellikleri, siyasal kültür ve gelenekleri göz ardı edilmektedir. 1982 Anayasa’sında parlamenter sistemden ciddi sapmalar bulunmaktadır. Bunun en önemli göstergesi, cumhurbaşkanına tanınan yetkilerin genişliğidir. Bu husus, Anayasa’nın hazırlandığı dönemin yürütmeyi güçlendirme ihtiyacı nedeniyle ortaya çıkmıştır. Anayasa’da yürütmenin sorumlu kanadı başbakan yerine, sorumsuz kanadı olan cumhurbaşkanı güçlenmiştir. Bu güçlenme cumhurbaşkanlarının, sembolik yetkilerin ötesinde aktif çalışma içerisine girmelerine neden olmuştur.

Yarı başkanlık sisteminin hükümet istikrarı konusunda, parlamenter sisteme göre avantajlar taşıdığı doğrudur. Ancak bu avantajların çeşitli olumsuzlukları da beraberinde getirdiği unutulmamalıdır. Parlamenter sistemde, yasama ve yürütme organları birbirlerinin hukuki varlıklarına son verecek mekanizmalara sahiptir. Yasama organı, güvensizlik ve gensoru yöntemi ile hükümeti düşürme olanağına sahiptir. Yarı başkanlık sisteminde meşruluğunu kaybetmiş bir devlet başkanını, görev süresi sona ermeden görevden uzaklaştırmanın yolu yoktur. Devlet başkanının anti demokratik eğilimler göstermesi durumunda, o seçim dönemi sona erinceye kadar yapılabilecek bir şey bulunmamaktadır.

Yarı başkanlık sisteminde yürütme başkan ve bakanlar kurulu tarafından paylaşılacağından eğer başkan ve bakanlar kurulu aynı siyasi düşünceye sahip değilse yetki tartışması sistemin tıkanmasına ve krize sebep olabilmektedir. Eğer aynı görüşü paylaşıyorlarsa ideolojik birliktelik, devleti yandaş kadrolaşmaya ve toplumun büyük bir kesimini öteleme gibi toplumsal krize sebep olabilirler. Bizim gibi sivil toplum örgütlenmesini tamamlayamamış, demokrasiyi tam içselleştirememiş toplumlarda böylesi yönetimler topluma krizden başka bir şey vaat edemezler.

SONUÇ:

1.Toplumlara uygulanacak sistemlerin başarısı toplumların sosyo-kültürel-ekonomik özellikleri, tarihi arka planları ve demokrasi kültürleri belirlemektedir. Dışarıdan ısmarlama ve üçüncü dünya ülkelerinin çoğunlukla uyguladığı bir sistem beraberinde sadece darbe, kriz ve toplumsal felaketleri getirir.

2. 15 Temmuz darbe teşebbüsünü yaşamış olan milletimizin bir kişinin yönetimine biat etmesinin ne kadar sakıncalı olduğunu ve biat kültürüne de ne kadar yatkın olduğunu hep birlikte müşahede ettik.

Dolayısıyla bütün yetkilerin tek kişide toplandığı başkanlık sistemi Feto terör örgütü gibi kendisinden olmayan herkesi ekarte eden diktatörlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Coğrafyamız ve insanımızın eğilimleri de buna müsaittir.

3. Modern devletlerin olmazsa olmazı olan kuvvetlerin ayrılığı dediğimiz yasama yürütme ve yargı ile birlikte dördüncü güç kabul edilen basın-yayının partili cumhurbaşkanı ile nasıl pervasızca kullanıldığını hep birlikte gördük görüyoruz.

Kuvvetlerin ayrılığı dengesini kuramayan, toplumun farklı seslerini kısan başkanlık, yarı başkanlık ya da partili cumhurbaşkanlığı gibi aslında çokta farklı olmayan sistemler ülkemize yeni diktatörlerin yolunu açmakla kalmaz toplumsal barışımızı ve ülkenin kaderini kökten sarsacak uygulamalara da sebep olabilir.

Yasama. Yürütme ve yargı erklerinin denge içinde çalışmadığı yürütmenin yargıya ve yasamaya müdahale ettiği sistemin adı ne olursa olsun onun adı diktatörlük olarak anılır. Başkanlık sistemi örneklerde görüldüğü gibi kuvvetler ayrılığını kuvvetlerin birliğine dönüştürerek bir sınıf ya da zümrenin yönetimine sebep olabilmektedir.

4. Kadim bir millete üniter bir devlet için toplama toplulukların yönetim şekli olan başkanlığı dayatmak Müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi absürt bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Hâlbuki yönetim sistemleri toplumsal normlarla, toplumun duyuşu düşünüşü ile pekiştiği oranda başarılı olur. Cumhuriyetle birlikte milletleşme sürecimiz parlamenter demokrasi ile bugünlere gelmiştir. Türk milleti toplama bir topluluk değil tarihin en kadim milletlerindendir.

5. Parlamenter sistemde partiler birbirlerini dengeleyebiliyor, bir uzlaşı ortamı oluşabiliyor, ulusal çıkarlarda işbirliği yapılabiliyor. Ancak başkanlık sisteminde parti değil başkan iktidara geliyor. Başkanın dünya görüşü ise devletin dünya görüşü haline gelebiliyor. Bunun için parlamenter sistemde ortaya çıkan pürüzleri giderebilmek için başta siyasi parti yasası olmak üzere parlamentoyu güçlendirecek kanuni düzenlemeler yapılabilir. Milletvekilleri parti lideri sultasından kurtulursa yasama daha güçlü hale gelerek ideolojik bağnazlıkların ve daha sonra çıkabilecek krizlerin önlenmesinde de parlamento daha etkili olabilir.

6. Başkanlık sisteminin üniter yapıyı daha iyi koruyabileceği düşüncesi dillendirilmeye başlandı.

Ancak, başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerin karşılaştıkları fırtınalar bu ülkelerin bir süre sonra federatif bir yapıya geçmek zorunda kaldıklarını ve ülkenin bölünmesine yol açılmış olduğunu unutmayalım.

Doğu Afrika ülkesi Sudan’da da üniter devlet vardı, ama bugün dünya haritasında Sudan ve Güney Sudan olmak üzere iki tane Sudan var.

7. Kadim ulusların kurdukları devletlerin bu sistemi tercih etmedikleri, genellikle coğrafi bölgelere göre kurulan devletlerin başkanlık sistemini tercih ettiklerini görmekteyiz.

Bu bilgiden, ulus devletlerin başkanlık sistemini uyguladıklarında ya ulus devlet özelliklerini kaybedeceklerini ya da büyük problemlerle karşılaşabileceklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.

8. Başkanlık sistemiyle “sosyal devlet” anlayışı ortadan kalkmaktadır.

Sosyolojide sosyal tabakalaşma piramidi olarak belirlenen sosyal tabakalar ve sosyal sınıflar arasında ki geçirgenlik oranı ve gelir dağım dengesi her ülkede aynı değildir.

Bu dengenin korunması yani “sosyal devlet” ilkesinin geçerli olabilmesi her şeyden önce sistemle alakalı olacaktır.

Dünyada uygulanan örneklere göz attığımızda ABD dahil olmak üzere başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerde gelir dağılımında büyük eşitsizlikler olduğu görülüyor.

Dolayısıyla başkanlık sistemi ile başkan ve yandaşlarına hizmet eden devlet sosyal devlet değil bir grubun ya da sınıfın devletine dönüşmüş olacaktır. Devlet Cemaat, tarikat ya da bir zümrenin devleti olarak toplumsal katmanlardan hızla uzaklaşabilir.

9. Başkanlık sisteminin gelişmiş toplumlar içinde ABD ve Güney Kore hariç hiçbir ülkede uygulanmıyor. Sadece Fransa’da yarı başkanlık uygulanmaktadır. Ülkemize reva görülen sistemin Güney Amerika, Afrika ve bazı doğu toplulukları tarafından uygulanmış olması iktidarın ülkemizi taşıyacağı dünya ligini de göstermektedir.

10. Bütün gelişmiş sanayi ve bilim toplumları katılımcı, her türlü teşebbüse imkan hazırlayan, farklılıklara tahammül eden, sivil toplum örgütlenmelerinin etkinliğini hedeflerken AKP ve cumhurbaşkanı daha önceleri savundukları ileri demokrasiden monokrasiye, tek kişi diktasına ülkeyi dönüştürme çabasında mıdırlar?

11. Başkanlık sistemi ile temsilde adalet değil en yüksek oyu alanın mutlak egemenliği ortaya çıkacaktır. % 37 ile çoğunluğu sağlayan bir parti  %100 temsil etme garabetini yaşatacaktır. Demokrasiyi de hazmedememiş bir parti sadece yandaşlarının devletini kurmayı başarmış olacaktır.

ÇARE PARLAMENTER SİSTEMDEDİR

Sistem değişiklikleri genellikle siyasal tıkanıklıkların ardından teklif edilir. Bu tıkanıklıklarda bireylerin bakış açısına göre değişiklikler gösterir.

Eğer, arzu edilen istikrar ise 14 yıldır tek başına bir iktidar tarafından yönetildiğimiz için bu açıdan sistem tıkanmamıştır.

Ancak, gerçek gündeme gelirsek, sistemin tıkandığını söyleyebiliriz. Türkiye’de vatandaşın ve siyasi renklerin mecliste temsili açısından ve milletvekilli değil lider vekili öne çıktığı için sistem uzun süreden beri zaten tıkanmış haldedir. Eğer bir değişiklik zorunluysa bu açıdan zorunludur.

Eğer; malüm siyasetçilerimiz hakikaten ve inanarak, kendi istikballeri değil, memleketin istikbali açısından gerçek bir devlet adamlığı uygulaması göstermek istiyorlarsa hem tıkanma ihtimali olan demokrasimizin önünü açmış olurlar hem de kendilerinden sonra tek adam, tek ideoloji, tek tip insan yetiştirmeye kalkışanlarında önünü tıkayacak, Türkiye’nin önünü açacak şekilde mevcut parlamenter sistemi daha iyi işler hale getirebilirler.

Bunun yolları vardır. Biz, körü körüne eleştiri yapmadan önerimizi pratik çözüm olabilecek ve toplumda düzeni, ahengi, devamlılığı ve istikrarı sağlayabilecek bir alternatif olarak sunmak istiyoruz.

Teklifimiz biri diğerinden daha önemli olmayan ve birbirini tamamlayan birleşik bir tekliftir.

Dört konuda reform mahiyetinde değişiklikler yapılır ve bu değişiklikler samimi şekilde uygulanırsa ülkemiz hem parlamenter sistemde kalır, hem de Türk tipi başkanlığa gerek kalmadan “Türk tipi parlamenter sistem”i hayata geçirmiş oluruz.

Sağlıklı bir sistem kurulması için dört ayağın hiç tavizsiz hayata geçirilmesi gerekecektir.

Bunlar;

Kuvvetler ayrılığının kesin sınırlarla belirlendiği, özellikle hukuk sisteminde tamamen liyakat unsuru ile seçim yapıldığı, hukuk insanlarına siyasilerin müdahale etmesinin önünün tıkandığı birinci ayak.

Yargı erki; yürütme erkinin baskısından kurtulduğu, iç işleyişinde liyakat, adalet ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda yapılandırıldığında kadrolaşmasından içtihadına kadar objektiflik ilkesinden ayrılmayacaktır.  Yargıç yargılamada bulunurken yürütmenin baskısı değil vicdanıyla baş başa kalacaktır. Demokles’in kılıcı gibi yürütmenin baskısını üzerinde hissetmeyen kendi içinde otokontrolü sağlayan bir yargı devlet ve toplum vicdanında “adalet mülkün temelidir.” anlayışını da hâkim kılacaktır.

Medya patronlarının devletle işlerinin olmayacağı, ihalelere girmeyecekleri, sadece profesyonel gazeteci olacakları ve bunun garantisinin sağlandığı ikinci ayak.

Modern devletlerde bazen basın-yayın diğer üç erkten de daha etkili olabilmektedirler. Dolayısıyla basın-yayın organlarının yayınladıkları asparagas haberlerden, toplumların algı dönüşümüne tabi tutulmasına kadar her türlü etik değerlerin dışına çıkarak yanlış kanaatlerin oluşmasını sağlama gibi telafisi mümkün olmayan yıkıcı bir gücü de vardır.

Burada basının siyasi iktidarın maddi ve benzeri yollarla etkileyemeyeceği bazı hukuki güvencelere sahip olması sağlanmalıdır. Yine basın-yayın sahiplerinin kartelleşmesinin önüne geçilmelidir. Siyasi iktidarlarla her türlü ihale ve benzeri ilişkilerinin tamamı hukuki kurallarla belirlenmelidir. Yani basın–yayın yürütmenin bugün olduğu gibi öncü kuvveti olmaktan çıkarılmalıdır.

Bu iki faktörün mümkün olabildiğince aksamadan uygulanması halinde Türkiye’de özellikle iki konuda reform yapılırsa işleyen ve olabildiğince sorunsuz bir parlamenter sisteme sahip olabileceğimizi düşünüyoruz.

Diğer iki ayağımızın sağlıklı işlemesi için ilk iki maddemizin işlerlik kazanması temeldir.

Bu çerçevede;

Siyasi partiler kanununun otoriter genel başkanlığı engelleyecek şekilde değiştirilmesi üçüncü ayak.

İki turlu milletvekili genel seçimi yapılması dördüncü ayaktır.

12 Eylül siyasi partileri birer genel başkan diktasına çevirmiş, meclis iki bakımdan temsili demokrasi açısından temsil kabiliyetini kaybetmiştir.

Öncelikle % 10 barajı siyasi renklerin mecliste temsilini oldukça zorlaştırmış, devamında parti genel başkanlarının tek seçiciliği de toplumsal karşılığına göre bireylerin meclise girmelerini engellemiştir.

Biz, hem bu sorunların giderileceği hem de istikrarın sağlanacağı parlamenter sistem içinde yeni bir düzenleme teklif ediyoruz.

Bu düzenlemeye göre; öncelikle siyasi partiler kanunu değiştirilmeli, genel başkanın tek seçiciliği bağlayıcı hükümlerle ortadan kaldırılmalı, milletvekilleri % 75 oranda ön seçimle belirlenmelidir. Ayrıca parti genel başkanlığı makamının sembolik hale gelmesini engellemek için milletvekillerinin % 25’i parti genel merkezi tarafından belirlenmelidir.

Genel başkanın hem etkin olması hem de otoriter olmasının yolu kapatılarak demokratik bir lider özelliğinde olabilecek kanuni düzenlemelere gidilmelidir. Demokrasi sadece millet için değil onun siyasi temsilcisi olan siyasi partilerimizin iç işleyişinde de bir o kadar önemli olduğu unutulmamalıdır. Milletvekillerinin lidere körü körüne bağlılığı yerine hem partisine hem de millette hesap verebilen vekil statüsüne geçmesi sağlanmalıdır.

Ayrıca kadınlar, gençler, özürlüler ve aydınlara da üzerinde düşünülüp anlaşılacak oranlarda kota ayrılmalıdır.

Bu sayede hem genel başkan sultası ortadan kalkacak, hem de genel başkanlık makamının sadece temsili bir makam haline gelmemesi de engellenmiş olacaktır.

Siyasi partilerle ilgili teklifimizi tamamlayacak ve hem halkın temsil gücünü yükselten, hem de istikrarı sağlayan bir meclis düzeni teklif ediyoruz.

Ülkemizde hiç iki turlu milletvekili genel seçimi yapılmadı, böyle bir düzenleme de düşünülmedi. Oysa parlamenter sistem içerisin de hem istikrarı sağlamak hem de temsil kabiliyetini güçlendirmek için birçok ülke de genel seçimler iki aşamada gerçekleştirilmektedir.

Meclis 600 milletvekilinden oluşup, 100 milletvekili birinci turda Türkiye milletvekili olarak seçilmeli, bu aşama da hiçbir baraj uygulanmamalı ve bu milletvekilleri partilerin Türkiye genelinde aldıkları oy oranlarına göre belirlenmelidir.

Böylece halka uğrayan bir temsili meclis oluşturmuş olacağız. Toplumun bütün kesimleri temsilcilerini meclise gönderebilmiş olacaktır. Temsilde adaleti de olarak tam sağlamış olacağız.

Öte yandan, ikinci tur seçimler illerin çıkaracağı milletvekillerini belirlemeli, ancak bu seçimlere Türkiye genelinde ilk iki sırayı alan partiler katılmalıdır.

Böylece hem sistemin işlerliği sağlanacak, hem temsili demokrasi gerçekten uygulanmış olacak hem de istikrar sağlanmış olacaktır.

Birinci turda gerçek oylar verileceği için ülke genelinde iki partinin ikinci tura katılmaları bu sistem içerisinde Türkiye için sağdan veya soldan ikinci partinin yok olmasını engelleyecek, ikinci, üçüncü ve dördüncü sıraları alacak olan partiler devamlı yaşayacak ve ikinci tura katılacak olan partilerin performansına göre seçmene bir daha ki seçimin birinci turunda ilk iki sırayı alacak olan partileri değiştirebilme imkanı tanınmış olacaktır.

Başkanlık sisteminde de iki tur seçim yapılabilmekte ama durum aynı olmamaktadır. Parlamenter sistem içerisinde yapılacak olan iki turlu seçim hem sistemin devamını, hem temsili demokrasiyi hem de istikrarı sağlayabilir.

Bu sistemde ikinci tur seçiminde oyların yarı yarıya dağıldığı bir ihtimal gerçekleşmiş olsa bile hükümet kurma zorluğu çok azalmış olacaktır. Çünkü birinci tur seçiminde onlarca parti meclise girmiş, hükümet kurma alternatifleri çoğalmış ve % 1-3 oranında ki bir partinin desteğiyle dahi hükümetin oluşturulabilme imkanı sağlanmış olacaktır.

İnsan unsuru olan hiçbir sistem kusursuz değildir. Biz en az hatalı olarak bu şekilde bir sistem öneriyoruz. Ancak mevcut genel başkanların böyle bir değişikliğe gitmeyi deneyeceklerine de ihtimal vermiyoruz.

Ülkemizin içinde bulunduğu iç ve dış şartlar, özellikle mevcut siyasilerimizin önemli bir kısmının ellerinde ki otorite uygulamalarını bırakacakları kanaatinde değiliz.

Eğer bizi yanıltırlarsa mahcup olmaktan şeref duyarken, eğer yanıltmazlarsa da tarihe not düşmekten mutlu olacağız.

KAYNAKÇA

1- Burhan Kuzu Türkiye için başkanlık sistemi

2 - Cheibub,Cheibub, Presidentialism, Parliamentarism, andDemocracy,

3- Riggs, “PresidentialismversusParliamentarism: ImplicationsforRepresentativenessandLegitima

4- Ergun Özbudun, “Latin Amerika gibi oluruz”, Vatan Gazetesi, 25.04.2010,  (81)

5- Yine Sistem Tartışması, Sabah, 2 Ekim 1997.
ONAR, “Türkiye’nin Başkanlık veya Yarı Başkanlık Sistemine...( 155)

6- Matthew, s. 1

7- Vergin, Nur, (1996), “Cumhuriyetin Yönetilebilirliği İçin İktidar Yapısında Değişim, Yarı-Başkanlık Sistemi”, Türkiye Günlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, Sayı: 41, s. 12

8- Duverger Ders kitabı

9- Duverger Ders kitabı

10- Duverger Ders kitabı

11- Bacanağıma Kefilim, Hürriyet, 21 Eylül 1997; Yine Sistem Tartışması, Sabah, 2

12- Ülke örnekleri Wikipedia’dan alınmıştır. (12)

Not: Bu metin kitap olarak hazırlamış olduğumuz çalışmanın özetidir.

Halill Konuşkan/Abdullah Alagöz

Sayfa Bülteni

Soru ve görüşleriniz için yorum yapın: