Alparslan Türkeş ve İdeolojisi

BAŞBUĞ ( 25.11.1917)- (04.04.1997)

Türk Milliyetçiliğinin Siyasi Önderi

MHP Kurucu Genel Başkanı

Alparslan Türkeş 25 Kasım 1917 tarihinde Lefkoşe’de doğmuştur. Babası Ahmet Hamdi Efendi, annesi Fatımatül Zehra Hanım’dır. Alparslan Türkeş; aslen Kayserilidir. Büyük dedesi Arif Ağa Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşgerli Köyünden Kıbrıs’a göç etmiş ve buraya yerleşmiştir. İlk ve orta eğitimini Lefkoşe’de tamamlamıştır. O yıllarda İngiliz işgal idaresi altında bulunan Kıbrıs’tan ailece Türkiye’ye göç etmişler ve İstanbul’a yerleşmişlerdir.

Kuleli’den Harp Okulu’na

Askerlik mesleğine büyük sevgisi olan Alparslan Türkeş 1933 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ne girmiş başarı göstererek, 1939 yılında bu liseden mezun olmuş ve Harp Okulu’a geçmiştir.1939‘da Harp Okulu’ndan mezun olarak orduya katılmıştır. Orduda muntazaman terfi etmiş ve harp akademisi imtihanını kazanarak akademiye geçmiştir. Başarılı bir eğitim dönemi sonrasında kurmay subay olarak mezun olmuştur.

Evlilikleri

1940 yılında Isparta'da Muzaffer Hanım’la evlenirler. Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adlı çocukları dünyaya gelir.Muzaffer Hanım 1974 yılında vefat eder.Alparslan Türkeş 1976 yılında Sevâl Hanım'la ikinci evliliğini yapar. Bu evlilikten Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adlı iki çocuğu olmuştur.

1944 Milliyetçilik Olayı

3 Mayıs1944... Ankara'da bir yürüyüş vardır. Türk Milletinin ve Devletinin bekası fikrine sahip aydınlar ve onların izindeki gençler, basın ve üniversite kadrolarına sızan ve kendilerini cumhuriyetin gerçek sahibi diye gösteren dönme-devşirme ittifakının oyunlarına karşı ideolojik tavrını koyar.

Yürüyüşten sonra bir grup milliyetçi aydın tutuklanır.CHP faşizminin açtığı Türkçülük-Turancılık Davası başlar. Milliyetçiler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar.Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş de bu aydınlar arasındadır.

20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan Savcı’ya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği suçu isnad edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde herşeyden çok milletimi ve vatanımı severim" cevabını verir. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve mahkeme süresince bir yıl hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen ceza daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2 numaralı mahkemede beraat eder.

Yurtdışı Görevleri

1948 yılında Genel Kurmay tarafından açılan imtihanları kazanmış ve bütün eğitim dönemindeki başarılarıda gözönüne alınarak Amerika’ya tahsile gönderilmiştir.Amerika’da piyade okulu ve Amerikan Harp Akademi’sinde tahsil görmüş buralardan da iyi dereceler ile mezun olmuştur. 1955‘de kurmay binbaşı olan Alparslan Türkeş (Amerika’da) Washıngton’da bulunan daimi gurup nezninde Türk Genelkurmayı’nın Temsil Heyeti üyeliğine tayin edilmiştir. 1957 yılının sonuna kadar vazifesini sürdürmüştür. Bu süre içerisinde Üniversity of America (Amerika Üniversitesi)‘ya devam etmiş, International Economics tahsili görmüştür. Daha sonra yurda dönen Alparslan Türkeş, 1959‘da Almanya’ya Atom ve Nükleer Okulu’na gönderilmiş, bu okulu da başarı ile bitirmiştir. İyi derecede fransızca ve ingilizce bilen Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960 yılına kadar Avrupa’da muhtelif Nato toplantılarında ve askeri mevzularda Türk Genel Kurmay Başkanlığı’nın temsilcisi olarak bulunmuştur.

27 Mayıs 1960 Darbesi

27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinin önde gelen simalarından olan Alparslan Türkeş, bu hareketi partilerüstü ve milli birliği sağlayacak bir reform hareketi olarak düşünmüştür. Müdahaleden sonra Milli Birlik Komitesi üyesi olarak, Başbakanlık Müsteşarlığı yapmıştır. Görevde bulunduğu 27 Mayıs 1960-25 Eylül 1960 tarihleri arasında, ülke ve kültür bütünlüğü kanun tasarısını ve Devlet Planlama Teşkilatı kanun tasarısını kanunlaştırmıştır.CHP’li bazı politikacıların Milli Birlik Komitesi üyelerine yapmış oldukları bazı telkinler ile 13 Kasım 1960 tarihinde 13 arkadaşı ile Mili Birlik Komitesi’nden çıkarılmış ve Mürtet Hava Üssünde hapsedilmiş, daha sonra da, CHP’lilerin rahat hareket etmeleri için 19 Kasım 1960‘ta Türkiye’den, hükümet müşaviri görevi ile Hindistan Yeni Delhi’ye mecburi ikâmetgah olarak gönderilmiştir. Alparslan Türkeş Hindistan’da iken hükümet yöneticilerine mektuplarla sürekli ikazlarda bulunmuştur.

23 Şubat 1963‘ta yurda dönen Alparslan Türkeş, dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adlı bir dernek kurar.

Talat Aydemir Olayı

Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile 21 Mayıs 1963’te tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar. Yargılama sonucundae beraat eder. 5 Eylül 1963‘te tahliye olur.

CKMP Dönemi

31 Mart 1964‘te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)’ne üye olmuş ve Parti Genel Müfettişliği görevini almıştır. 1 Ağustos 1965‘de CKMP’nin kongresinde parti üyeleri tarafından genel başkanlığa seçilmiştir. (8-9) Şubat 1969 CKMP’nin Adana’daki kongresinde Alparsalan Türkeş’in teklifiyle partinin ismi Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilmiştir.

MHP Dönemi

65-69, 69-73, 73-77 ve 1977‘den 12 Eylül 1980‘e kadar dört dönem, Ankara ve Adana’dan milletvekilliği yapmıştır. 1975‘den sonra kurulan 1. ce 2. Miliyetçi Cephe hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. 12 Eylül 1980 hareketinden sonra sıkıyönetim tarafından tevkif edilmiş ve 29 Nisan 1981 tarihinde, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davası adı ile sıkıyönetim mahkemelerinin karşısına çıkarılmıştır. Yargılandığı dava nedeni ile uzun süren tutukluluğu, 9 Nisan 1985‘de tahliyeyle son bulmuştur.

MÇP Dönemi

Bu dava nedeniyle dört buçuk yıl tutuklu kalmıştır. 6 Eylül 1987‘de siyasi yasakların referandum ile kalkmasından sonra 20 Eylül’de Alparslan Türkeş MÇP’ye törenle kaydolmuştur. 4 Ekim 1987 tarihinde yapılan olağanüstü 2.Kongre ile Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanlığı’na seçilmiştir.

24 Eylül 1991 tarihinde 19. Dönem Milletvekili seçimlerinde MÇP’nin, IDP, RP ile üçlü ittifak yapmasıyla Yozgat’dan milletvekili seçilmiştir. 15 Kasım 1991 tarihinde 18 arkadaşı ile ittifaktan ayrılarak bağımsız milletvekili olmuştur. 25 Aralık 1991‘de Demokratik Hareket Partisini kurmuştur.Kurucular Kurulu kararı ile parti kapatılarak, Milliyetçi Çalışma Partisi’nin 29 Aralık 1991 tarihinde yapılan 3. Olağan Genel Kongresi’nde MÇP’nin Genel Başkanlığı’na seçilmiştir.

MÇP’den yeniden MHP’ye

12 Eylül 1980 hareketinin kapattığı siyasi partilerin isim ve amblemlerinin kullanma yasağının kalkması ile, 27 Aralık 1992 tarihinde, kapatılan MHP’nin ogünkü delegelerinin katıldığı kongrede, MHP’nin isim, amblem kullanma yetkisi tekrar kurucu Alparslan Türkeş’e devredilmiştir.
24 Ocak 1993 tarihinde yapılan kongrede, MÇP yerini MHP’ye bırakmış, Genel Başkanlığa da Alparslan Türkeş seçilmiştir.

Alparslan Türkeş 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan genel seçimlerde Adana’dan milletvekilliği adaylığını açıklamıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, 24 Aralık 1995‘te yapılan genel seçimlerde %10‘luk ülke barajına takılarak meclise girememiştir.

Alparslan Türkeş 4 Nisan 1997 tarihinde vefat etti, Ankara Beşevler’deki kabrinde medfundur.

ESERLERİ:

Milli Doktrin 9 Işık; Alparslan Türkeş, Kamer Yayınları; İstanbul, 1997.
Dokuz Işık; Berikan Elektronik Basım Yayım;
9 Işık; Hamle Yayınevi; İstanbul
Dokuz Işık ve Türkiye;Hamle Yayınevi; İstanbul
Ülkücülük; Hamle Yayınevi; İstanbul,
12 Eylül Adaleti (!) : Savunma; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1994.
1944 Milliyetçilik Olayı; Hamle Yayınevi;
Modern Türkiye ; İstanbul.
Milliyetçilik Olayları; Berikan Elektronik Basım Yayım.
27 Mayıs ve Gerçekler; Berikan Elektronik Basım Yayım.
27 Mayıs, 13 Kasım, 21 Mayıs ve Gerçekler; İstanbul, 1996.
Ahlakçılık; Berikan Elektronik Basım Yayım.
Etik (Ahlak Felsefesi), Etik.; Bunalımdan Çıkış Yolu; Kamer Yayınları.
Türk Edebiyatında Anılar, İncelemeler, Tenkidler, Anı-Günce-Mektup; İstanbul, 1994.
Bunalımdan Çıkış Yolu; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996.
Dış Meselemiz; Berikan Elektronik Basım Yayım.
İlimcilik; Berikan Elektronik Basım Yayım.
Kahramanlık Ruhu; İstanbul, 1996.
Temel Görüşler; Kamer Yayınları.
Sistemler ve Öğretiler; İstanbul, 1994.
Türkiye'nin Meseleleri; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996.
Yeni Ufuklara Doğru; Kamer Yayınları.
Sistemler ve Öğretiler; İstanbul, 1995.
Gönül Seferberliğine; Kamer Yayınları; İst; 1994

HAKKINDA YAZILANLAR

1.Alparslan Türkeş’in Liderlik Sırları
Dr.Arslan Tekin
İstanbul 2000

Tarihte iz bırakan kaç lider vardır? Türkeş, çok partili hayatımızda, başta Türk dünyası olmak üzere dünyaca tanınan ve yakından takip edilen liderlerin en başında geliyordu. 80 yıllık ömür, turan bayrağını yükseltme, Türk adını dağa, taşa, Ay'a, Marsa'a yazdırma kavgasıyla geçmiştir. Dağınıt milliyetçiler onun etrafında toplanmış Türk Siyaset hayatının belirleyicisi olmuştur.

İhtilal yapmış ve ihtilaller yaşamış bir lider olarak en kötü demokrasiyi en iyi ihtilale tercih eden Alparslan Türkeş'in liderliğinin bilinmeyen pek çok noktası ilk defa bu kitapta Dr. Arslan Tekin'in kaleminden aydınlığa çıkıyor.

2.Alparslan Türkeş, MHP ve Bozkurtlar
Olaylar, Belgeler, Hatıralar
Cemal Anadol
Kamer Yayınları

HAKKINDA YAZILANLAR

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN SÜLALESİ

Alparslan Türkeş’in , Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyünden Kıbrıs’a sürgün edilen Koyunoğlu Ailesine mensuptu. Oğuzların yirmi dört boyundan biri olan Avşar boyuna mensup olan Koyunoğlu Ailesi, 18. yüzyılda Kayseri bölgesine diğer Avşar oymakları ile birlikte gelmişlerdi. Avşar boyu, aynı Kınık ve Kayı boyu gibi devlet kurmuş, beylik yapmış, önderlik vasfı bulunan bir boy olarak bilinmektedir. Alparslan Türkeş’in vasıfları düşünüldüğünde, damarlarındaki Avşar kanının kişiliğine ve liderlik özelliklerine aynen yansıdığı görülür.

1860’lı yıllarda, Sultan Abdülaziz döneminde Alparslan Türkeş’in dedesinin dedesi olan Arif Ağa, bir takım hadiselerden dolayı Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinden Silifke’ye sürgün edilmiştir. Silifke’de fazla kalamayıp tekrar Pınarbaşı’ya dönmüşler ancak bu sefer de Kıbrıs’a gönderilmişlerdir.

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN BABASI VE ANNESİ

Babası Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyünden “Koyunoğlu Ailesi”ne mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey, annesi ise Kıbrıs Türklerinden Fatma Zehra Hanım’dır. Lefkoşe’de 25 Kasım 1917 tarihinde dünyaya gelen Alparslan Türkeş, ata toprakları olan Kayseri’ye özel bir ilgi duyardı ve sevgiyle bağlıydı.

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN DOĞDUĞU EV

Alparslan Türkeş, Kıbrıs’ta Lefkoşe’nin Haydarpaşa Mahallesi, Kirlizade Sokağı 13 numaralı evde 25 Kasım 1917 tarihinde öğle vakti dünyaya gelmiş.

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN ADI

Koyunoğlu Ailesi, yeni doğmuş olan erkek evlatlarına “Ali Arslan” adını vermişler. Arslan adı ile anılmaya başlayan çocuğun adı zamanla “Alparslan” olmuş. Soyadı kanunundan sonra ise “Türkeş” soyadını almış.
Asıl adının Feyzullah olduğu yolunda olan iddialar ise ne ailesi, ne de kendisi tarafından kabul edilmemiştir.

ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN KARDEŞLERİ

Alparslan Türkeş, babası Ahmet Hamdi Bey’in ilk çocuğu, annesi Fatma Zehra Hanım’ın beşinci çocuğudur. Zehra Hanım, ikinci evliliğini Ahmet Hamdi Bey ile yapmış.

Alparslan Türkeş’in beş kardeşi var. Dört erkek kardeşi üvey, tek kız kardeşi var. Onunla da babaları aynı, anneleri ayrı. Çünkü, Ahmet Hamdi Bey, Fatma Zehra Hanım’ın üzerine bir kez daha evlenmiş. Ancak, ikinci evliliği uzun sürmemiş ve boşanmışlar.

Üvey erkek kardeşlerinin isimleri: Mehmet Ragıp, Ahmet Kazım, Ali ve Mustafa. Kız kardeşinin adı ise Dervişe. Alparslan Türkeş ile kız kardeşi Dervişe birlikte büyümüşler. Dervişe ile aralarında iki yaş vardır.

İLKOKULA DÖRT YAŞINDA BAŞLADI

Alparslan Türkeş, ilkokula Lefkoşe’de “iptidai” adı verilen Sarayönü Camii yanıbaşındaki Sarayönü İlkokulu’nda yaptı. İptidai’de Arap harfleri ile öğrenim görmüştür, ilkokuldan sonra ise “rüştüye” adı verilen ortaokula başladı.

“ARSLAN” ADI “ALPARSLAN” OLDU

Alparslan Türkeş, “rüştiye” ortaokul üçüncü sınıfa giderken Osman Zeki Bey isimli bir öğretmeni küçük “arslan”ın adının “alparslan” olmasını istemiş ve o günden sonra adı “alparslan” olmuştu.

TÜRKLÜK ŞUURU İLE İLGİLİ İLK BİLGİLERİNİ ORTAOKULDA ALDI

Ortaokulda (Rüştiyede) okurken Kıbrıs Türkleri’nden Turgut Bey isimli hocasından Türk toplulukları hakkında ilk bilgileri alan Alpaslan Türkeş; soydaşlarımızın esaret altında yaşadıklarını duyunca 14-15 yaşlarındaki bir Türk gencinin hassasiyetini taşıyarak milliyetçi duguları kabarmış ve Türk Dünyası Ülkelerinin bağımsızlığına kavuşması gerektiği fikrini ilk kez bu yıllarda benimsemişti.

“O, küçükken bile ruhunu sarmış olan Türklük ateşi ile yanardı. Türkler’in Kıbrıs’ı mutlaka kurtaracağını hatta kendisi büyüyünce asker olup Kıbrıs Türkleri’ni özgürlüğüne kavuşturacağını söylerdi.

Tek hedefimiz, İngilizleri Ada’dan kovup özgürlüğe kavuşmaktı. Türkeş, böyle bir ruh hali içinde Türkiye’ye geldi ve subay oldu.”
Dr.Fikret Alkan
Alparslan Türkeş’in
çocukluk dönemi arkadaşı

ORTAOKULU BİTİRİNCE SUBAY OLMAYA KARAR VERDİ

1571 yılında Osmanlı topraklarına katılan Kıbrıs, 1878 yılında İngilizlere geçici bir süreyle verilmişti. 1918 yılında Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkan Osmanlı Devleti’nin elinden Kıbrıs’ı İngilizler almışlardı. Kıbrıs yönetiminin İngilizlerin eline geçmesiyle adada Rum nüfusu artmış, Türk nüfus azalmıştı.

İngiliz yönetimine tahammül edemeyen Türkler, anavatana göçüyorlardı. Alparslan Türkeş’in ağabeyleri Mehmet Ragıp ve Ahmet Kazım, 1924 ‘te imzalanan Lozan Antlaşmasının bazı haklarından faydalanarak Adana’ya göç ettiler. 1932 yılında ortaokuldaki öğretmenlerinin etkisiyle subay olmaya karar veren Alparslan, ailesini ikna ederek Türkiye’ye göç etmelerini sağlamıştı.

HEDEF KULELİ ASKERİ LİSESİ

3 Haziran 1933 tarihinde Viyana adlı bir İtalyan gemisiyle Lefkoşe’den hareket ederler ve Tuzla’ya gelirler. Oradan İstanbul’a geçerler. Alparslan Türkeş’in tek bir hedefi vardır: Kuleli Askeri Lisesi.

KIBRIS ELBET BİZİM OLACAKTIR

Alparslan Türkeş, Viyana gemisiyle askeri lisede okumak için Türkiye’ye ailesi ile birlikte gelirken Kıbrıs adası, İngiliz idaresinde ve Rum baskısı altındaydı. Alparslan Türkeş, daha o yaşlarda büyük bir bilinçle Viyana gemisinden Kıbrıs’a bakarken şöyle mırıldanıyordu:
“Kıbrıs’ı elbet birgün kurtaracağız.”

O YILLARDA KIBRIS TÜRKLERİ’NİN ASKERİ OKULA GİRİŞİNDE BÜYÜK PROBLEMLER YAŞANIYORDU

Alparslan Türkeş’in Kuleli Askeri Lisesine kaydı oldukça güç şartlarda olmuştu. Kıbrıs Türkleri’nin İngiliz pasaportu taşıyor olmaları ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kabul edilmemeleri Kıbrıslı gençlerin askeri okullara girmelerini engelliyordu. Alparslan Türkeş’in askeri okula girmek için yaptığı başvuru Türk vatandaşı olmadığı gerekçesi ile kabul edilmemişti. Daha sonra CHP İzmit milletvekili Sırrı Bey’in ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın devreye girmesi ile Kıbrıslı gençlerin Kuleli’ye ön kayıtları yapılır. Kesin kayıtları ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edildikleri zaman yapılacaktır.

ALPARSLAN TÜRKEŞ, SOYADINI TARİH KİTAPLARINDAN BULDU

1934 yılında soyadı kanunu çıkmış, Alparslan Türkeş’in ailesiyle birlikte T.C. vatandaşlık başvuruları da kabul edilmişti. Onların da soyadı almaları gerekiyordu. Babası nüfus müdürlüğüne gidip “Koyunoğlu” soyadını almak istediğini söylemiş, ancak kabul edilmemişti. Çünkü, o yıllarda aile lakabından ziyade Öztürkçe isimlerin soyadı olarak alınması tavsiye ediliyordu. Alparslan Türkeş ve babası, tarih kitaplarını karıştırıp tarihi Türk isimlerini bir liste yaptılar. Altay adını soyadı olarak almak istiyorlardı ama bu soyadını alanların çok olduğu kendilerine ifade edilmişti. Nüfus memuru Türkeş ailesinin hazırladığı Öztürkçe isim listesinin ikinci sırasındaki “Türkeş” isminin soyadı olarak daha uygun olacağını ifade ederek bu adı seçmişti. Alparslan Türkeş’in Adana’da bulunan ağabeyleri Mehmet Ragıp ve Ahmet Kazım, 1934 yılında “Türkiş” soyadını almışlardı.

ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN SÖZLERİ

Ahlâkçılık anlayışımız, Türk Ahlâkı ve Müslümanlık inancından meydana gelmiştir.

Alınan görevleri yapmak ve yapıldığını takip etmek lâzımdır. Millet hayatında başarı devamlılığa bağlıdır.

Başarı için muntazam plânlı çalışma yapmak lâzımdır. Son nefesimizi verinceye kadar çalışacağız.

Bir fikre, bir ideolojiye, kendisinden daha üstün bir fikirle karşı çıkılır. Karşı fikir kaba kuvvetle ezilemez

Biz aziz milletimize müreffah, kuvetli ve büyük bir Türkiye taahhüt ediyoruz; kendimizi millete adıyoruz.Ve Türklük yoluna başlarımızı koyuyoruz.

Bizim savunduğumuz Dokuz Işık'çı sistemin hedefi Türk Milletinin her ferdini mülk sahibi yapmaktır.

Bölünme kabul etmez, kutsal bir bütün halinde Büyük Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz...

Cesaret, yüreklilik, atılganlık olmayan hiçbir dâva başarıya ulaşamaz.

Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür.

Dokuz Işık Doktrini, derin bir insan sevgisi ve insan haysiyetine saygı ile bağlı olma isteğini içerisinde taşır.

Emirlere mutlak itaat lâzımdır. Laubali, gevşek, disiplinsiz, metotsuz kimselerle dâvamız yürümez. Her şeyde örnek olmak lâzımdır.

Fikir, iman, ülkü aşkı ... İnsanları güçlü yapan bunlardır.

Gençliğimizi büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete, yalancılığa karşı büyük bir savaş.

Hepiniz birer Türk Bayrağısınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin yere düşürmeyin.

İnsanlar; yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler. Fakat adaletsizliğe, hor görülmeye, aşağılanmaya ASLA müsaade, müsamaha etmezler.

İnsanlık âleminin en şerefli bir ailesi Türk Milletidir. Dokuz Işık demek, Türk Ülküsü demektir.

İslamiyet'i ele alıp Türklüğü inkâr etmek ihanettir. Bunun tersi de aynı derecede gaflet ve ihanettir.

Kendinizi küçük görmeyiniz. Sizler büyük kuvvetsiniz. Vazifenizi hiçbir zaman unutmayınız. Kuvvet birliktir. Dâvamızın geleceği birliktedir. Birlik, beraberlik içinde olmaktır.

Komünist sistemlerde halkın esaret altında oluşunun sebebi bir mülk sahibi olamamasıdır. Hürriyetin tek garantisi mülkiyettir.

Milletler arasındaki mücadele şuurundan mahrum olan toplumlar başkasının boyunduruğu altına düşerler.

Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevi ve fikir güçleri tarafından esaret atına alınırlar. Böyle bir toplumun esir ve yok olması kesin hale gelir.

Millî kalkınmamızı gerçekleştirmek, her Türk ferdini hür yapabilmek için Türk Milletini yeniden kurmak zorundayız. Vatandaşlarımız arasında parti, mezhep, ırk ve bölge farkı gözetmeksizin karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bağlar dokuyacağız.

Mücadelemiz her ne pahasına olursa olsun, siyasi kazanç mücadelesi değil, ahlâk ve fazilet mücadelesidir. Bu mücadelenin karakteri yıkıcı değil, yapıcı olmaktır. Bu şerefli mücadeleye Türk milletini davet ederim.

Toprak bütünlüğümüzü devletimizin ve milletimizin bölünmezliğini hedef alan hainlere karşı Türk Milleti olarak ayağa kalkmalıyız.

Türk aydınları için Batı'nın sığınması olmak bir ideal olarak benimsenmiştir. Milletimiz için bundan korkunç felaket düşünülemez."

Türk Devletinin yenilmez, zinde hayat gücü ve Türk Milletinin teminatı ve istikbali gençliktir.

Türk milliyetçiliği meşru savunma, yüksek insanlık duyguları ve Türk Milletinin kendi tabii haklarının savunulması, korunması duygusu ve iradesinin, şuurunun bir ifadesidir.

Türk milletine Bizans'tan geçen bir hastalık vardır.gevşeklik, laubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rastgele laf söylemek.
Bu hastalık sizde var. Bu hastalığı tedavi etmeniz lazımdır. Bu hastalığı tedavi etmezseniz, kendinize yol seçiniz. Milliyetçi harekette bir saniye daha fazla kalmayınız.
Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz herşeyden önce vasıflı Türk olmaya mecbursunuz. Türk milletini batıran,Bizans'ı batıran,Osmanlı imparatorluğunu batıran hastalık budur.

Türk töresi, Türk ülküsünün ayrılmaz parçasıdır.

Türk töresinin bir diğer şartı da haddini bilmektir. Haddim bilmek... Ne kendinizi dev aynasında göreceksiniz. Herkese yukarıdan bakacaksınız, ne de kendinizi aşağıdan göreceksiniz, aşağıdan bakacaksınız.

Türk Töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır. Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda ederler. Türk Milleti'nin büyüklüğü böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz. Türk Töresinin en önemli bir gereği de sır saklamaktır. Sır saklamak...

Türkçüler Günü olan 3 Mayıs (1944) büsbütün ayrı bir düşüncenin sonucudur. İç düşman olan, kılık değiştirerek milletin içine giren ve hükümetin gafletinden yararlanan komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma yürüyüşüdür.

Türkiye'nin yükselişi ithal fikirle olmaz. Hiç bir yabancı, Türkün menfaatlerini Türk Milletinin kendisi kadar düşünemez.

TÜRKLÜK bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur.

Türkün en önemli vasfı teşkilâtçılığıdır.

Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır.

Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan bir varlıktır.

9 IŞIK

MİLLİ DOKTRİN 9 IŞIK

9 Işık Doktrini, Alparslan Türkeş tarafından Millî Doktorin Dokuz Işık olarak ortaya konulan ülkücülüğün ana ilkeleridir.

9 Işık doktrini, 1965'te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'nin, 1969 yılından itibaren de Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)'nin programının temelini oluşturur.

Alparslan Türkeş bu tezini, başta kapitalizm, liberalizm ve komünizm olmak üzere yabancı doktorinler ve yönetim sistemlerine karşı bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, millî bir görüş etrafında birleşmek için ortaya koymuştur.[1]

DOKUZ IŞIK’IN ESASLARI

Bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, milli bir görüş etrafında birleşmek zorundayız. Bu görüş Dokuz Işık görüşüdür. Dokuz Işıkçılar, Türk milletine, tarih ve kültürüne dayanan, ona inanan bir doktrindir. Bunun nasyonal sosyalizim ile hiç bir ilgisi yoktur. Türkiyemizin hızla kalkındırılması, çağlar üzerinden sıçrayarak Türk milletinin atom ve uzay çağına sokulması ile mümkündür. Bu da herşeyden önce dünya çapında çok üstün kaliteli ilim adamları ve yüksek teknisyenler kadrosu meydana getirmeye bağlı bulunmaktadır. Bizim inancımıza göre, yabancı memleketlerin şartları altında meydana getirilmiş bulunan yabancı doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek Türkiye´nin kalkındırılması sağlanamaz. Ne kapitalizm ve liberalizm, ne de komünizm Türkiye için yararlı olamaz. Türkiye´yi kalkındıracak sistem ve görüş ancak Türk milletinin özelliklerine uygun, müslüman Türk milleti realitesini göz önünde bulunduran ve modern ilim ve tekniği yol gösterici kabul eden milli bir görüş olmalıdır. Bunun kısaca formülü Türk emek potansiyelinin, milli üretim faktörlerine rasyonel bir şekilde bağlanması, devletin vatandaşlara üretim yollarını açarak bütün tedbirleri alması ve kolaylıkları temin etmesi ve milli gelirin artmasında kendisine düşen esas rolü oynamasıdır. İşte biz böyle milli bir doktrin sahibi bulunduğumuz iddia eden bir kadroyuz. Milli görüşümüzün adı “Dokuz Işık Doktrini” dir. Bu görüş dokuz ana ilkeye dayanmaktadır. Bu ilkeler sırasıyla şunlardır:

MİLLİYETÇİLİK

Her sey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye devletine sadakat ve hizmettir.

ÜLKÜCÜLÜK

Türk milletini en ileri, en medeni, en kuvvetli bir varlık haline getirme ülküsüdür.

AHLAKÇILIK

Türk milletinin ruhuna, örf ve adetlerine uygun yüksek varlığını korumayı ve geliştirmeyi ön gören esaslara dayanır.

ÍLÍMCİLİK

Olayları ve varlığı ön yargılardan ve art düşüncelerden sıyırarak ilim mentalitesi ile incelemek ve girişilecek her çesit faaliyette ilmi önder yapmak prensibidir.

TOPLUMCULUK

Her çesit faaliyetin toplumun yararına olacak şekilde yürütülmesi görüşüdür. İçtimai ve iktisadi olmak üzere iki ayrı bölümü kapsamaktadır. İktisadi görüş olarak mülkiyeti esas kabul eder, fakat mülkiyetin millet zararına kötüye kullanılmasına karşı olan bir görüşü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolunda bulunmasını öngörür. Sosyal görüş olarak sosyal adalet düzeni, fırsat eşitliği, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma teşkilatı kurulmasını kabul eder.

KÖYCÜLÜK

Köyleri tarım kentleri haline birleştirerek kalkındırmayı öngörür. Köylünün tefecilerin elinden kurtarılması ve ihtiyacı olan kredi ve diğer yardımların sağlanması için kooperatifleşmeyi hedef alır. Bilhassa orman bölgesinde yaşayan köylüleri öncelikle ve hızla refaha kavuşturmak amacını güder.

HÜRRİYETÇİLİK VE ŞAHSİYETÇİLİK

Birleşmiş Milletler Anayasasında yazılı bütün hürriyetlerin sağlanmasını gaye edinmiştir. İnsanların şahsiyet olarak geliştirilmesini toplumun kalkınması için yararlı bir yol olarak kabul eder.

GELİŞMECİLİK VE HALKÇILIK

İnsanlar ve medeniyetler daima daha iyi, daha güzeli, daha mükemmeli istemek ve aramakla gelişir. Elde edinenle yetinmemek ve daima daha ilerisini istemek ve bunu elde etmek için gayret göstermek şuurudur. Ancak bu gayret ve çabalarda Türk milletinin tarihinden, milli benliğinden ve kökünden kopmadan yükselmek ve ilerlemek gayedir. Yapılacak her işte halka doğru, halkla beraber olmayı ilerlemenin, yükselmenin vazgeçilmez bir prensibi olarak kabul ederiz.

ENDÜSTRİCİLİK VE TEKNİKÇİLİK

Türk milletinin kalkınması için acele sanayileşmesi lazımdır.

Dokuz Işık görüşünün esasları gayet özet olarak bunlardır. Dokuz Işık, nasıl kapitalizmi, marksist sosyalizmi red ediyorsa, Nasyonal-sosyalizmi ve faşizmi de reddeder. Nasyonal-sosyalizim ve faşizim, kapitalizmin dejenere bir sapması olup, insan hak ve hürriyetlerine inanmayan gerici diktatörlüklerdir. Dokuz Işık ise, insan sevgi ve saygısına dayanır, ferdi ve iktisadi hürriyetleri bir bütün olarak gerçekleştirmek isteyen demokratik bir görüştür. İlahlaştırılmış faşist devletçiliğe, putlaştırılmış nazist ırkçılığa inanılmaz. Fosilleşmiş şöhretlerin yaptığı gibi siyasi kariyerinin belirli bir dönemde faşist, belirli bir döneminde kapitalist, diğer bir döneminde sosyalist olmak, düşüncenin politika ahlakında yoktur. Ülkücüler, Türk´e aşık, Türk vatanına aşık Dokuz Işıkçılardır. Amaçları bu kutsal vatan üzerinde Büyük Türk milletinin ebediyyen bağımsız yaşamasını sağlayacak milli görüşü çizmek, bunu savunmaktır.Alparslan Türkeşe göre Türk Kürt kardeştir ve turancılıkla bütün kardeş türk halklarının birliğini hedefler.

Merhum TÜRKEŞ, DOKUZ IŞIK'ta da şöyle yazıyor:

“Amacımız, millî sınırlarımızın içinde yaşayan yurttaşlarımızı, hiç bir ayırım
yapmaksızın, din, mezhep ve ırk farkı gözetmeksizin kucaklamak, sevmek, insanca yaşama şartlarına kavuşturmaktır. Millet ve ülke bütünlüğümüzü bölücü, her türlü sınıfçı, mezhepçi ve ırkçı sistemlerin amansız düşmanıyız... Sınıfçı sosyalizme, kapitalizme, bunların birer sapması olan komünizme, faşizme ve nasyonal sosyalizme karşıyız. Başka milletlerin bir kültür ve tarih ürünü olan bu yabancı ideolojilerin Türk devlet felsefesinde yeri yoktur.”

Gerçekten de, DOKUZ IŞIK'ta her türlü sınıfçılığa ve işçi veya işveren iktidarına karşı çıkılıyor, milletin altı sosyal dilimden yani, köylü, işçi, serbest meslek mensubu, esnaf, memur ve işverenden meydana geldiği gibi, yönetim ile Millet Meclisi'nin de bu altı sosyal dilim tarafından teşkil edilmesi gerektiği ifade ve iddia ediliyordu ki, bu Türk milletinin Millî Bütünleşmesini sağlayacağı gibi Millî Demokrasi'nin kurulmasını da temin edecektir.

Altı sosyal dilim kendi içinde teşkilâtlanacak ve Millet Meclisi bu sosyal dilimlerin temsilcilerinden oluşacak böylece hem siyasal katılım sağlanmış olacak... Hem de bu sosyal dilimler kendi bünyelerinde oluşturacakları tasarruf ve yatırım sandıkları vasıtasıyla, üretime katılacaklardı... Böylece sermaye, tabana yayılmış olacak, gelir dağılımındaki adaletsizlik azalacak ve sosyal adalet gerçekleşecekti... Böylelikle de sosyal dilimlerin mensupları çalıştıkları fabrikanın ve işyerinin mülkiyetine, yönetimine ve kârına ortak olacaktı... Bu şekilde, üçüncü bir sektör olan MİLLET SEKTÖRÜ doğacaktır ki, millet sektörü Dokuz Işık'ın orijinal tezlerinden biridir... Millet Sektörü, bugün artık iyice laçkalaşmış olan ikili karma ekonomi düzenini dengeleyecek ve üçlü bir karma ekonomi düzeni haline dönüşmesini sağlayarak, düzene çekidüzen verecektir...

Millet Sektörü'nün temeli, sanayi mülkiyetinin, üretim vasıtaları sahipliğinin yaygınlaştırılmasıdır... Millet Sektörü'nün esası, vatandaşın küçük tasarruflarının bir sandıkta biriktirilerek büyük sermayeler halinde ve vatandaşın kontrolü altında yatırıma sevk edilmesi ve kârının vatandaşa dağıtılmasıdır...

DOKUZ IŞIK, siyasette Başkanlık Sistemi ile üç yüz üyeli Tek Meclis görüşünü savunmaktadır... Tek Meclis bugün için belki bir anlam ifade etmeyebilir ama bu fikrin ortaya atıldığı zaman Türkiye'de Millet Meclisi'nin yanında bir de Senato'nun bulunduğu hatırlanırsa, Tek Meclis tezinin manâsı daha iyi anlaşılabilir... Tek Meclis, çabuk karar alabilme ve icrada süratli hareket edebilmek... Başkanlıksa, Türk milletinin tarihî tecrübesi ile çağdaş yönetim anlayışına uygunluk ve güçlü idare demektir.

DOKUZ IŞIK iş hayatında da emek-sermaye barışı ile her iş kolunda millî, tek ve mecburi sendikacılık görüşünü ileri sürmektedir.. Gerçekten de İşçi ve İşveren sosyal dilimleri arasındaki zıtlaşma ve çekişmeler ile bunlardan doğan grev ve lokavtlar milletimize çok pahalıya mal olmakta ve ülke kalkınmasında kullanılabilecek enerji, emek ve zaman bir bakıma boşa harcanmaktadır... Millî Tek ve Mecburi Sendikacılık ile İşveren karşısında güçlenen İşçi Sendikaları, hem temsil ettiği sosyal dilimin haklarını daha iyi savunabilecek ve hem de İşveren kesiminin haklı taleplerini daha rahat karşılayabilecektir.. .Bu da, başka birtakım tedbirlerle birlikte emek-sermaye barışının kurulmasını temin edebilecektir... DOKUZ IŞIK'ın temel prensibi, emeğe hak ve saygı, sermayeye güven'dir...

DOKUZ IŞIK köy ve köycülük meselesine de özel bir önem atfetmekte ve bu konuda da orijinal bir tez olan Tarım Kentleri projesini teklif etmektedir... Tarım Kentleri esas olarak dağınık köylerin toplulaştırılmasını, hizmetin ve şehirlerde bulunan imkânların köylünün ayağına götürülmesini, sanayinin bütün yurda dengeli bir şekilde dağıtılmasını, dolayısıyla bölgelerarası dengesizlikler ile şehre göçün kontrol altına alınmasını ve bu suretle gecekondulaşma meselesine de kaynağında çare bulunmasını hedef almaktadır... Tarım
Kentleri'nin hedefi kalkınmayı köye götürmektir...

DOKUZ IŞIK kalkınma ve sanayileşme meselesine de özel bir ehemmiyet vermektedir... DOKUZ IŞIK Türkiye'de yıllardır uygulanan merkezden çevreye sanayileşme politikasını yanlış bularak, yerine çevreden merkeze doğru bir sanayileşme politikasının kurulması
gerektiğini ifade ve iddia etmektedir... Böylece bölgeler ve şehirlerarası kalkınmışlık dengesizlikleri ortadan kaldırılabilecektir...

DOKUZ IŞIK, her sahada olduğu gibi, kalkınma yolu bakımından da taklitçiliği reddetmektedir. İleri milletlerin çağına ulaşmak için, onların geride bıraktıkları mesafeleri aynen yürümemize gerek yoktur. Millî dinamizm ve potansiyeli, bir harp zamanı dikkati ve heyecanıyla seferber ederek, Türk milletini çağlar üzerinden aşırarak, atom ve füze çağına ulaştırmak, DOKUZ IŞIK'ın temel hedeflerinden biridir ve bu da orijinal bir tezdir.

DOKUZ IŞIK en büyük önem ve ehemmiyeti, her şeyin sebebi ve gayesi olan İNSAN'a ve O'nun eğitim ve öğretimine vermiş... Milliyetçi Eğitim Sistemi isimli bir eğitim projesi hazırlayıp, kamuoyuna duyurmuştur. Bu proje şimdiye kadar uygulanmış olsa idi, Türkiye'nin
bugün yaşamak zorunda kaldığı meselelerin hepsi de daha meydana çıkmadan bertaraf edilebilecekti... Ne kadar acı...

DOKUZ IŞIK'ta, bize göre, dikkat edilirse tespit edilebilecek, çok mühim bazı özellikler vardır... Bir defa dokuz ilke rasgele sıralanmamıştır; Milliyetçilik ile başlayıp Endüstricilik ve
Teknikçilik ile biten sıralamada soyuttan somuta doğru bir gidişin olduğu açıkça görülmektedir... Bu, DOKUZ IŞIK'ın maddeden ziyâde manâya öncelik ve ehemmiyet verdiğini göstermektedir ki, bu da, İslâmiyet'e riayetin açık bir göstergesidir.

İkinci özellik de, DOKUZ IŞIK'ta bir takım dengelere bilhassa itinâ ve dikkat gösterilmesidir ki, bu dengeleri şöylece sıralamak mümkündür:

Fert-Cemiyet, Tarım-Sanayi, Madde-Manâ, Devlet-Millet, Doğu-Batı, Muhafazakârlık-İnkılâpçılık, İdealizm-Realizm... Meselâ, hem Toplumculuk ilkesinin hem de Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik ilkesinin birlikte bulunması DOKTRİN'de fert-cemiyet dengesine; hem Köycülük hem de Endüstricilik ve Teknikçilik ilkesinin birlikte bulunması DOKTRİN'de
tarım-sanayi dengesine; hem Ahlâkçılık hem de İlimcilik ilkesinin birlikte bulunması DOKTRİN'de manâ-madde dengesine; hem Milliyetçilik hem de Gelişmecilik ve Halkçılık ilkesinin birlikte bulunması DOKTRİN'de muhafazakârlık-inkılâpçılık ilkesine; hem Ülkücülük hem de Endüstricilik ve Teknikçilik ilkesinin birlikte bulunması DOKTRİN'de
idealizm-realizm dengesine, v.d; dikkat ve itinâ gösterildiğini ispat etmektedir ki, bunun önem ve ehemmiyetini izah bile gereksizdir... Tabii ki, bu özelliği bilmeyen ya da bilmek istemeyen birtakım kimseler DOKTRİN'de, ilkeler arasında çelişki var sanıyorlar... Ne yapalım, varsın öyle sansınlar!..

Kutlu Türk milleti mutlu ve müreffeh, kutsal Türk devleti de güçlü ve büyük olmalıdır. Bu amacı biz, Müslüman ve Dokuz Işıkçı Türk Milliyetçileri, Milli Doktrin DOKUZ IŞIK ile gerçekleştireceğiz!

Mekanı Firdevs olsun...

Sayfa Bülteni

Soru ve görüşleriniz için yorum yapın: